AŞKIN ZAMANLA DEĞİŞEN PSİKOLOJİSİ: BÜYÜLENDİK Mİ TÜKENDİK Mİ YOKSA?

“Romantik aşk, beyindeki ödül sisteminin bir parçasıdır; tıpkı aç olduğunuzda yemek istemek gibi. Ancak, bu sistem bağımlılık yapan bir kimyasal etkiyle birleşir. Bu yüzden, âşık olmak beyninizin derinliklerinde yankılanan bir patlama gibidir.” (Fisher, 2004).

Aşkın Evreleri
Aşkın evreleri üzerine yapılan araştırmalar, romantik ilişkilerinin belirli bir yol izlediğini öne sürmektedir. Helen Fisher tarafından yürütülen bir araştırmada, aşkın biyolojik temelleri incelenmiş ve romantik aşkın beyinde hangi kimyasal süreçlere dayandığı açıklanmıştır. Fisher romantik aşkı evrelerle tanımlamıştır, modern anlamda bu evrelerin yorumlanması: Çekim, bağlama, kayıtsızlık şeklinde 3 evrede toplanmıştır. Bu evrelerin her biri kendi içinde belli özellikleri barındırır.
Tutku ve heyecan evresi – ilk evre: Aşkın başlangıcı olan tutku ve heyecanla karakterize edilen süreçtir. Bu evrede iki kişi birbirlerine karşı büyük bir çekim hisseder; ilk anılar, flörtleşmeler, yeni bir deneyimin heyecanı bu dönemin özelliklerindendir. Bu dönemde iki taraf da birbirini daha fazla tanımaya başlar, zamanla kendi hakkında da yeni bilgiler edinmeye başlar. Bu evrede aşktan bağımsız olarak keşfedilen bir diğer şey de kişinin kendini karşısındaki insana açmasıyla birlikte kendi hakkında da bilmediği, yada henüz dile getiremediği şeyleri öğrenmesidir. Karşılıklı ilişkilerin yapı taşlarının en başına karşımızdaki insanı koysak da en büyük anahtar yine ilişkinin öznesi olan “ben” dir. Bu evreyi kimyasal olarak yorumlamak gerekirse yüksek dopaminli, deli dolu dönem olarak da tanımlayabiliriz.
Beyindeki etki: Dopaminde ani bir artış olur, serotonin azalır. Bu durum başlarda kişiyi değişen kimyasal durumuyla birlikte o kişiye takıntılı hâle getirebilir çünkü beyin bu durumu dolayısıyla da o kişiyi bir ödül olarak algılar. Bununla birlikte kişiyle sürekli iletişim kurma isteği, birlikte geçirilen anları büyütme, kusurları görmezden gelme gibi davranışlar görülebilir. Bu evre ortalama 6 ay ile 2 yıl arasıdır. Fisher bu evreyi geçici bir “doz yüksekliği” olarak tanımlar; evrenin temel amacı evrimsel olarak üreme dürtüsüyle eş bulmaktır, insanlar fiziksel olarak en cazip buldukları kişilere yönelir, duygusal bağlılık kuvvetli değildir.
Bağlanma ve güven – ikinci evre: Bu evrede heyecan yatışır, ilişki daha derin ve anlamlı bir bağlanma aşamasında ilerler. İki insan birbirlerine daha fazla güvenmeye başlar, ilişkileri daha istikrarlı hâle gelir. Bu evrede duygusal bağlantı kurma yoğundur, kişiler geleceği
birlikte planlamaya ve uzun vadeli bir ilişki düşüncesi yaratmaya başlar. Bu evrede kimyasal olarak oksitosin, vazopressin devrededir. Bu iki hormon heyecan evresindeki tutkunun yerini güven, bağlılık temelli istikrarlı bir ilişkiye bırakmasını sağlar. Yani aşk artık sadece çoşku yada tutkudan ibaret değildir, derin bir bağ hâline gelir. İlişki bu noktada daha sakin ama derin bir ilişki hâlini almıştır. Fisher’a göre bu evre evrimsel olarak ebeveynlik ve uzun vadeli eşleşme
için tasarlanmıştır.
Kayıtsızlık (aşkın tükenişi) – 3. evre: İlişkinin otomatikleşmeye başladığı evredir. Artık partner tanıdıktır, sürpriz ve gizem yoktur. Bağlanma zamanla duyarsızlığa dönüşebilir. Bu evrede dopamin düşer, alışkanlık devreye girer, partner artık beyin tarafından “ödül” olarak algılanmaz. Heyecan yoksa ve bağ yeteri kadar sürdürülmüyorsa kişi uzaklaşmaya başlayabilir. İlgisizlik, tahammülsüzlük, eskisi gibi hissetmemek bu evrede görülür. Fisher bu evreyi ayrı bir başlık olarak ele almaz ama romantik aşkın doğal olarak sönmeye programlı olduğunu ve bunun kaçınılmaz olduğunu vurgular ancak doğru koşullar sağlandığında aşkın tekrar canlanabileceğini de ileri sürer. Eğer bağlanma çözülürse de ilişki kopar.
Bu evrede, insanın aklına şu soru geliyor olabilir: “Öyleyse aşk, illa bitmeye mahkûm bir şey mi?” Bunun cevabı kesin bir şekilde “evet” değildir. Soru, ancak “Aşk tükenir mi?” şeklinde değiştirilirse belki “evet” diyebiliriz. Ancak bu tükenmeden kasıt, yalnızca biyolojik olarak bir zayıflamadır.
Sternberg’in üçgen aşk teorisinde de (1986), Fisher’a benzer bir mantık vardır. Fisher’ın modeli, aşkın önce tensel, sonra zihinsel ve ardından duygusal bir bağa dönüştüğünü savunarak bunu evrimsel ve kimyasal bir geçiş olarak ele alır. Sternberg’de ise aşk, tek bir süreç değil; dinamik bir yapıdır. Evre evre ilerlemez; üç unsur (tutku, yakınlık, bağlılık) zamanla dengelenir ya da bozulur. Bu yaklaşım, daha çok psikolojik boyutuna odaklanır.
Sternberg Aşk Üçgeni Teorisine Göre Farklı Aşk Türleri
Bu üç bileşenin farklı kombinasyonları, farklı aşk türlerini oluşturur: Sadece tutku = Çekim
Tutku + yakınlık = Romantik aşk Yakınlık + bağlılık = Dostça aşk
Üçü birden = Mükemmel aşk
Teorilerin ortak noktalarına baktığımızda, tükenen ya da değişen şey aşk değildir; aşkın dili ve biçimidir. “Büyülendik mi? Tükendik mi? Yoksa başka bir şeye mi evrildik?” Belki de aşk, zamanla yok olan değil, derinleşen bir duygudur. Aşkı sadece ilk günlerin heyecanında değil, zamanla şekillenen sadakatte, ortak sessizlikte, büyüyen anlayışta ve paylaşılan sıradanlığın içindeki yeni anlamlarda aramayı öğrenmeliyiz; çünkü belki de aşk, bitmek için değil, dönüşmek için vardır.
KAYNAKÇA
Helen Fisher – Why We Love: The Nature and Chemistry of Romantic Love (2004)
Uplifers. (2023). Aşkın evreleri. https://www.uplifers.com/askin-evreleri-nelerdir/
Sternberg, R. J. (1986). A triangular theory of love. Psychological Review, 93(2), 119–135.
Fisher, H. E., Aron, A., Mashek, D., Li, H., & Brown, L. L. (2002). Defining the brain systems of lust, romantic attraction, and attachment. Archives of Sexual Behavior, 31(5), 413–419.
Forbes(2024) https://www.forbes.com/sites/traversmark/2024/01/08/a-psychologist explains-the-5-phases-of-loving-relationships/