PsikolojiSağlık

YOL VE GÜNLÜK

2 Temmuz sabahı kliniğin bitişiğindeki ormana bakan odalardan biri, görevliler tarafından temizleniyordu. Odanın geniş ama parmaklıklarla örülü camından bakıldığında uzun kavak ağaçlarının uzandığı yürüyüş yolu, insanı içine davet eden bir labirent girişi gibiydi. Odayı temizleyen görevlilerden birinin bulduğu defteri almak için gelen Doktor Wright, bu görüntüyü gördüğünde şöyle düşündü: “İnsan her zaman doğru yönü bilmediği bir yolda kaybolmaz. Haritasını kendinin çizdiği, yollarını çok iyi bildiği bir yerde, kendi içinde de kaybolabilir. İnsanın artık kendini tanıyamaması da bir kayboluştur…”

Görevlinin uzattığı defter, deri kaplamalı ve yıpranmış bir görüntüye sahipti. Doktor Wright hemen bunun bir günlük olduğunu anladı ve defteri ellerinin arasına aldı. Odanın camına son bir bakış atıp kendi odasına doğru yürümeye başlarken bu defterin içinde neler olduğunu merak ediyordu. Sonunda odasına geldiğinde kapıyı kapattı ve koltuğuna yerleşti. İlk sayfayı açtığında önünde bir çizimle karşılaştı. Bu çizim, odanın camından gördüğü ormana aitti ama burada uzun kavak ağaçları yerine sarmaşık şeklinde uzayan dallarıyla pencereyi örten parmaklıkları kırmaya çalışır gibi içeri uzanmış ağaçlar vardı. Doktor, çizimi biraz inceledikten sonra sayfayı yavaşça çevirdi ve karşısına çıkan cümleleri okumaya başladı.

                                                                                                              7 Şubat, 03.57

“Bu ağaçların yaprakları her hışırdadığında sanki bana duymaktan kaçtığım şeyleri bağırıyor. Duymak istemiyorum ama kulaklarımı kapattıkça her birinin kuru dallarını

pencereme uzatıp parmaklıkları kırmaya çalıştığını hissediyorum. Kendimde güç bulsaydım o pencereyi tuğlalarla örer ve kapatırdım. Böylece hiçbiri bu odaya ulaşıp uykumu kaçıramazdı.

Yine de tüm bu seslere ve parmaklıkları zorlayan dallara rağmen görünürde hiçbir şey yok, ağaçların hepsi yerli yerinde duruyor. Bağıran bu sesler de zihnimin içinde bir yerlerde, bana ait sesler olmalı.”

Doktor Wright, bu sayfaların sahibini düşündü. Walden, dirençli bir depresyon vakasıydı. İçinde olduğu kuyuya defalarca sağlam ipler uzatılmıştı ama o, kendinde o ipleri tutacak gücü aramaya dahi tenezzül etmiyordu. Zaten o kuyuya ait olduğunu hissediyor gibi her şeyi kabullenerek gelmişti kliniğe.

İlk zamanlarda fiziksel olarak toparlanması için ne gerekiyorsa yapılmıştı, kendini toparladığında ise bu karanlık kış içinde neden kendini korumaya çalışmadığını anlamak istemişti Doktor Wright. Sayfaları çevirirken durduğu yerde, o gün aldığı cevapla bir kez daha karşılaşmıştı.

                                                                                                          11 Nisan, 23.17

“Bugün neden bu kara kışın içinde kendimi koruyacak bir yer aramadığım hakkında konuştuk. Ne için kendimi korumam gerektiğini bilmiyordum. Hayatın içinde olma gayretim, o hayat büyük sarsıntıların yol açtığı çöküşle birlikte yerin altından yükselen lavların arasında kaldığında kaybolmuştu. Şimdi yiyebildiğim, uyuyabildiğim, nefes alabildiğim kadarı, benim için yarını yaşanabilir ve buna değer kılmaya yetmiyor. Aynada gördüğüm kişi o kadar uzakta ve tanıması güç duruyor ki ona nasıl yaklaşmam gerektiği konusunda hiçbir şey bilmiyorum. Yine de burada, benimle birlikte ormandaki ağaçların sözlerini duyan tek kişi o.”

Walden, buraya geldiğinde tıpkı bahsettiği gibi, hayatı sarsıntılarla birlikte çökmüş ve çatlaklardan yükselen lavların arasında kalmıştı. Uzunca bir süre, ne olduğu konusunda adeta ses geçirmeyen bi duvarın ardından konuşmuştu. Verdiği parçalar, birleştirildiğinde bir tablo oluşturulamayacak kadar farklı girinti ve çıkıntılara sahipti. Bu konuşmalar, Walden ışığın yüzünü aydınlatmasına razı oluncaya dek devam etti.

Doktor Wright, sayfaların arasında daha fazla çizimle karşılaşırken bunların ilk sayfadakinden daha öfkeli çizildiğini, kalemin sayfaları zorladığı izleri gördüğünde fark etti. Bu çizimlerde alevler, yanan evler, yıkılan ağaçlar ve olanları izlememek için gözlerini kapatmış insanlar vardı. Doktor, Walden’ın ilerleyen seanslarda anlattıklarını hatırladığında günlüğün sayfaları, parmaklarını çizimlerdeki alevler gibi yakmıştı. Yavaşça okumaya devam etti.

                                                                                                                         4 Mayıs, 23.10

“Hiçbir şey yazamayacak kadar yorgunum. O güne gittiğimde kendime uzaktan bakıyorum ve gördüğüm adamı hiç tanıyamıyorum. Galiba kaybolmaya başladığım an, o andı.

Uzun bir süre ihtimaller üzerine düşündüm: O gün olanlar olmasaydı, o güne en baştan başlayabilseydim… Her düşündüğümde, olanları değiştirebilmeyi canım pahasına istediğimi görüyorum. Kaybetmek, bunu kabullenmek…”

Doktor Wright devam edemedi çünkü kalan cümleler okunamayacak kadar karmaşık yazılmıştı, bazı yerlerde ise kurumuş gözyaşlarının eskimiş izleri vardı. Doktor, sayfaları çevirmeye devam etti. Sayfaları çevirirken Walden’a bu yolculukta eşlik edenlerden biri de “yas”tı. Işığın onu aydınlatmasına izin verdikten sonra uzun bir süre ruhundaki yaraların sarılmasına izin vermedi. Çünkü ona göre izin verseydi kaybettiklerinin ona bıraktığı son şeyi de kaybetmiş olacaktı.

Doktor, Walden’ın uzun bir süre sessizliğe gömüldüğünü hatırladı. Şimdi görüyordu ki uzun bir süre günlüğüne de bir şeyler yazmamıştı. Sayfalara bakarken artık kabullenmeye başladığı ama düşüncelerini kağıdın üstünde görmeye veya ona söylemeye hazır olmadığı zamanları hatırladı.

Walden, uzun zaman sonra hazır olduğunda ve sessizliği bıraktığında ilerlediği yolda yavaş yavaş desteksiz de yürümeye başlamıştı. Artık kabullendiklerini doktorla da paylaşıyordu. Yaralarının iyileşmesine izin vermenin gitmesinden korktuğu anılarını silmeyeceğini görmüştü. Doktor, boş sayfaları çevirirken bir çizimle daha karşılaştı.

Bu çizimde yine, odanın penceresinden görünen ormanı çizmişti Walden ama artık kuru ve parmaklıkları sarmaşık gibi saran dalları olan ağaçlar yerine, uzun ve huzurlu kavak ağaçlarının yürüyüş yolunun çevresinde dizildiği görülüyordu. Doktor yavaşça “Artık sesler de gitti.” dedi.

                                                                                                                    13 Haziran, 21.47

“Artık sesler de gitti ya da kendimle konuşmayı yeniden öğrendim desem daha doğru olur. Zihnime mi yoksa ağaçlara mı ait olduğunu bir türlü anlayamadığım bu sesler, uzun bir süre benim yerime konuşmuştu. Yine de onları yalnızca ben duyuyordum.

Yaşadıklarımın içinde o kadar çok saklanmıştım ki her türlü yardımı reddetmiş, o gün de kaybolmaya başladığım yerde kalmayı tercih etmiştim. Herkes beni görebiliyor olsa da kaybolmuştum. Her gece, alevlerin beni de içine almasını bekliyordum ama ben orada beklerken ayakkabılarıma kadar uzanan ateş, bana ulaşamadan söndü. Sonra ufak çıtırtılardan başka bir ses duymaya başladım. Bu bir doktorun sesiydi, uzaktan geliyordu ama gittikçe yaklaşıyordu.

O yaklaştıkça alevler sönmeye başladı. Fark ettim ki evden, ağaçlardan geriye pek bir şey kalmamış. Hâlâ oradaydılar ama her zaman bildiğim gibi görünmüyorlardı. Karnıma bir acı saplandı, uzun bir süre doğrulamadım.

Geride kalanlara tekrar bakma cesareti bulduğumda ilk karşılaştığım, duvardan düşmüş kırık bir aynanın üzerindeki yansımamdı. Kimseyi tanıyamayacak kimsenin beni tanıyamayacağı kadar uzaklara gitmiş gibi görünüyordum. Doktor, diğerlerine bakmadan önce aynadaki yansımam sayesinde fark ettiğim yaraların yerlerini öğrenmemi sağladı.

Gözlerimi aynadan çektiğimde karşılaştıklarım, her bir yaramı acıyla sızlattı ama bakmaya ihtiyacım vardı. Bir fotoğraf çerçevesi, bir kitap, askıdaki bir hırka… Hepsi benim gibi tanınmaz hâldeydi. Bense hepsini tanıyordum, karnıma bir acı daha saplanacağını önceden hissettim ama bu sefer doktorun eli sırtımdaydı. Bana bakışlarıyla sonsuza dek burada kalamayacağımı söylüyordu. Haklıydı ama…

Giderken yanımda onları da götürmek istedim, elimi uzattığımdaysa hiçbirini avuçlarıma alamadım. Doktor dedi ki: “Onları görebilsen de onlar geri getiremeyeceğimiz kadar geçmişte kaldı. Anılarını saklayabilirsin ama onların varlığıyla vedalaşma vaktin geliyor.”

Onu dinlerken gözlerimden yaşlar aktığını hissettim. Geçmişin içinde durmuş, şimdiye gelmeye çalışıyordum. Sanki tek bir kabullenişle gördüklerimin hepsi yok olacak gibiydi ama o kabullenişin çok sert olacağını ikimiz de biliyorduk. Doktor bana biraz daha zaman tanıdı. Artık gözyaşları durmaksızın akıyordu. Ağladıkça yaralarımın yanarak kapandığını hissettim. Acı gitmemişti, sanki olabilecek en kötü hâliyleydi. Yine de hepsini kabul ettim. Ben kabul ettikçe acının sızlayarak hafiflediğini hissettim. Yaralarımın üstünde belirginleşen kabukları gördüm. Bir gün onların da geçeceğini biliyordum. Geçmişe dönmek istiyordum ama artık onunla yapabileceğim tek şey vedalaşmaktı. Gözlerimi sıkıca kapattım ve yanıma çerçevedeki fotoğrafın, kitaptaki sözlerin, askıdaki hırkanın sıcaklığını aldım. Derin bir nefes alırken soğuk ama hafif bir rüzgarın külleri savurduğunu hissettim. Artık vedalaşmış mı oluyorduk?

Gözlerimi açtığımda odamın karşısındaki ormanın önünde duruyorduk. Yürüyüş yolunun başındaydık. Geçmiş artık göremeyeceğim kadar uzaktaydı, şimdi ise önümde bir geleceğin uzandığını hissediyordum. Doktorla göz göze geldiğimizde aynı anda yürüyüş yoluna adım attık. Onun bir süre daha benimle yürüyeceğini bilsem de ileride bir patikaya girip benden ayrılacağını biliyordum. Onunla da vedalaşacak olmak bana kötü hissettirdi ama o, şunları söyledi: “Bu ağaçlara uzun süre baktın, onlar da sana baktı. Artık birbirinizi tanıyorsunuz. Bu yolsa tamamen sana ait. Bazen yolu karıştırsan da karşılaşacağın bir kuş, esecek bir rüzgar, kalbinden geçenler sana doğru yönün ne tarafta olduğunu gösterecektir ama eğer kuşların sesi kesilir, rüzgar ağaçları yıkacak kadar güçlü eser, kalbinden geçenler güneşin ışığını kesmeye başlarsa sesini duymama izin ver.” Bunları söyledikten sonra yavaşça patikaya yöneldi. Dönüp bana baktığında ben de ona bakıyordum. Bana yavaşça başını salladı ve önüne döndü. O patikadan kliniğe geri dönerken ben de etrafımı izledim. Nereye gideceğimi bilmiyordum ama her yere gidebilirdim.

Sonra bir kuşun sesini duydum.”

Günlük burada bitiyordu. Doktor Wright, pencereye konan bir kuşun sesiyle bakışlarını günlükten kaldırdı. Birkaç hafta önce Walden’ın burada olduğunu öğrenen uzaktan bir akrabası, doktorun anladığına göre kuzen oluyorlardı, ona ulaşmak istemişti. Yaptıkları telefon görüşmesinde Walden’ı görmek istiyor ve onun iyi olması için ne gerekiyorsa yapılmasını sağlayacağından bahsediyordu. Doktor, günlükteki son yazının, bunu Walden’la paylaştığı gün yazıldığını hatırladı. Uzun zamandır bu mesleğin içinde duygularını yönetmeyi öğrense de yüzüne bir gülümseme yerleşirken gözünden bir damla yaşın aktığını hissetti. Derin bir nefes aldı, kuş hâlâ ona seslenirken günlüğü kapattı ve çalışma masasının üzerine koydu.

Walden, şimdi muhtemelen kuzeniyle bir tren yolculuğundaydı. Yolu henüz çok iyi bilmiyordu ama yönü kimlere sorması gerektiğini biliyordu. Doktor, onun güvende olduğunu hissetti. Sonra yavaşça dönüp penceredeki kuşa baktı, onun ardında uzanan kavak ağaçlarına da.

Arkasına yaslanıp şöyle düşündü: “İnsan gittiği yolda kaybolabilir, yönünü bulamayabilir. Bulmaya çalışırken kendisine bile yabancılaşabilir. Kendisine yabancılaşan biri, kendini başkalarında, başka yerlerde arayabilir ama eğer bulmak istiyorsa görmesi gereken ilk şey kendisi, duyması gereken ilk ses kendi sesidir.”

SON

Daha Fazla Göster

Benzer Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu