Psikoloji

ADİL DÜNYA İNANCI

Dünyaya gözümüzü açtığımız ilk andan itibaren hayatın farklı yönlerini keşfetmeye başlarız. Doğduğumuzda görüş açımız oldukça kısıtlıdır (15- 20 cm). Belli bir dönem bu mesafeden dünyayı keşfederiz. İlk olarak temel yaşamsal faaliyetlerimizi karşılayabilecek kadar dünyayı tanırız. Her yaşımız bize hayatın farklı bir yönünü gösterir. Keşif sürecimiz hiç bitmez. Bu keşif süreçleri çocuklukta hayata dair fikirlerimizi geliştirmeye başlar. Ailemizden gördüklerimizle, dinlediğimiz masallarla dünyaya dair bir fikrimiz oluşur ve belli konularda çeşitli inançlar geliştiririz. Sevilmeye değer olduğumuz inancını ilk olarak ailemiz sayesinde geliştiririz. Eğer ailemiz bize karşı duyarlı ve şefkatliyse, sevildiğimizi hissediyorsak, değerli olduğumuzu anlarız. Eğer ailemizden ve dışarıdan bir kötülük görmediysek ve tehlikelere karşı korunuyorsak, dünyanın güvenli olduğuna dair bir inanç geliştiririz. Eğer ailemizden kötülerin cezalandırıldığını, iyilerin her zaman kazandığını öğrendiysek, masallarda her zaman kötülük yapan kurtlar kaybeden tarafta olduysa adil dünya inancı geliştiririz.

Adil Dünya İnancı, Sosyal Psikoloji’nin literatüre kattığı önemli bir kuramla ortaya atılmıştır. Adil Dünya Kuramına göre, insanların başlarına gelenler kendi davranışlarının sonucudur; herkes hak ettiğini yaşar. Bu inanca sahip kişiler, kötülerin cezalandırılacağını ve iyilerin ise her zaman iyilikle karşılaşacağına inanırlar. Bu sayede başlarına kötü bir şey gelme endişesinden uzaklaşmış olurlar. Çocuklukta bu inanca ihtiyacımız vardır; ahlaki gelişimimiz için de önemlidir. Kötülük edersek kötülük bulacağımızı düşünmek bizi kötü bir insan olmaktan korur. Ancak yetişkinlikte bu inancın dışına çıkabiliyor olmak, olayları doğru yorumlayabilmemiz için oldukça gereklidir.

Adil Dünya İnancı, kişilerin günlük rutinlerine devam edebilmelerini sağlar. Dünya adildir. Adil bir dünya ise güvenilirdir. Kişiler, bu düşünceler sayesinde endişelerinden sıyrılır ve geleceğe dönük planlar yapabilirler. Tahmin edilmesi güç tehlike senaryoları üzerine düşünmek zorunda kalmazlar. Gelecek üzerinde kontrol sahibi olduklarını düşünerek daha umutlu bir gelecek hayali kurabilirler. Eğer bir kötülük yapmazlarsa başlarına bir kötülük gelmeyecektir ve adaletsiz bir durumla karşılaşmayacaklardır. İyilik yaparlarsa er geç ödüllendirileceklerdir. Adil dünya inancının kişi üzerinde oluşturduğu güvende olma ve kontrol edebilme hissi sayesinde kişiler ruh sağlıklarını koruyabilirler, iyimserlikleri artabilir, stresle etkili şekilde baş edebilirler ve kendilerini güvende hissedebilirler. Bu yönüyle işlevseldir fakat büyük bir yanılsamadır. Kişileri gerçek adaletten uzaklaştırır, gerçek mağduru ayırt etmek oldukça zorlaşır. Kişilerin kendi mağduriyetlerini adlandırmaları da zorlaşır. Başlarına gelen kötü şeyin sorumlusu olmadıklarında kişilerin kafası karışabilir. Kişiler kendilerini haksız olarak görmediklerinde dünyanın öngörülemezliği daha da açık bir hale gelir. Kişiler olduklarından daha da güçsüz ve çaresizmiş gibi hissedebilirler.

İnsanlar farkında olmasalar da iyilik hallerini koruyabilmek için adil dünya inancına sıkı sıkı sarılırlar. Bütüncül bir pencereden baktığımızda, adil dünya inancının bireysel bir iyilik haline hizmet ettiğini ve toplumsal olaylar karşısında kişinin adil davranabilme mekanizmasını ketlemesine sebep olduğunu görebiliriz. Kişiler, savaş mağdurlarını, sosyoekonomik düzeyi düşük insanları, azınlık grupları gördüklerinde adil dünya inançları zedelenir. Bu zedelenmeyi en aza indirmek, hatta tamamen ortadan kaldırmak için mağdurları suçlama eğilimi gösterirler. Tecavüz kurbanı kadınlara ‘’o saatte orada ne işi varmış?’’ derler. Savaş mağdurlarını ülkesini yeterince iyi savunamamakla suçlarlar. Zenginlerin daha nazik ve ahlaklı olduğunu, fakirlerin yolsuzlukların öznesi olduğunu savunurlar. Soykırıma maruz kalan aç çocukların atalarını toprak satmakla suçlarlar. Eğer bu suçlamaları yapmazlarsa, adil olduğuna inandıkları dünyanın adaletsizliklerle dolu olduğunu görecek ve güvensizlik hissiyle başa çıkmak zorunda kalacaklardır. Endişe hissiyle mücadele etmektense uzaktaki insanların soykırımını görmezden gelmek daha kolaydır. Çocukluktan itibaren insanlar adil bir dünyaya inanmaya ihtiyaç duyarlar. İnançları sarsıldığında bu durumla baş edebilmek için duruma uyum sağlar ve rahatsız olmayacakları bir hale getirmeye çalışırlar. Duruma uyum sağlarken yanlış inançlar geliştirebilirler. Bu yanlış inançlar, kişileri adaletten uzaklaştırabilir; mazlumları zalim, zalimleri mazlum olarak değerlendirebilirler. Bu duruma düşmemek ve tarihin yanlış tarafında yer almamak için adil dünya inancımızın gözümüze perde indirmesine engel olmalı ve durumları farklı açılarıyla ele alabilme cesareti gösterebilmeliyiz. Adil dünya inancımız sarsıldığında, uyum mekanizmalarımıza değil, adalete ve iyiliğe sarılarak toplumsal bir iyilik haline hizmet edebiliriz.

Daha Fazla Göster

Benzer Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu