Tanıdık Sesler
Bu yazıyı yazmaya başlamadan önce uzun bir süre ne yazacağıma, nasıl başlayacağıma dair düşündüm. İçimden bir ses sık sık ”Böyle başlanır mı? Çok basit bir başlangıç, kendini iyi ifade edemiyorsun. Bu kadar önemli bir konuyu nasıl anlatacaksın” gibi yer yer kaygılı yer yer mükemmeliyetçi ikazlarda bulundu. Biraz o sese kulak verdim. Sese kulak verdikçe yazma sürecim aksadı. Yazma sürecim aksadıkça stresim arttı. Gerçekten de yazıma başlayamıyor, anlatmakta güçlük çekiyordum. Sonra biraz sesi kıstım ve yazımın başına geçtim. Ses, tüm agresifliğiyle beni durdurmaya çalışıyordu; biraz daha kıstım. Sıklıkla etrafıma gösterdiğim destekleyici yanımdan yardım istedim. ”Mükemmel olmak zorunda değil, içinden geleni yazman yeterli, kelimeler çıkış yolunu bulacak.” dedi. Ses kapanmamıştı ama daha sakindi.
Bu kadarı bile harekete geçmeme yetti. İçimdeki eleştirel sesi de olduğu gibi kabul ederek bu satırları yazmaya başlayabildim. Kendime öz şefkat gösterdiğim o kısacık zaman bana bunca satırı yazdırmıştı bile. Mükemmel değildim ve mükemmeli ortaya koyamazdım. Mükemmeli kimseden beklemiyorken kendimden beklememin acımasızlık olduğunu anlamak biraz güç olsa da her kelime içimdeki eleştirel sesi biraz daha kıstı. Sesler kısıldıkça farkındalığım yükseldi. Acımasız sesin tanıdıklığını, gücünü düşündüm. Şefkatli ses ise oldukça cılızdı. Ona alan açtığımda bile yeterince yüksek çıkması zaman alıyordu. Bu yazıyı sizinle paylaşma motivasyonum da tam olarak bu farkındalığımdı. Çevremde gözlemlediğimde de acımasız seslerin desibeli hep çok yüksekti öyle ki sağır edici bir gücü vardı.
Belki siz de bu yazıyı okurken, ayna karşısında kendinize yaptığınız konuşmaları hatırlıyorsunuz. ”Bugün çok çirkinsin, cildin çok solgun makyaj yapmak bile yeterli gelmeyecek. Çok kilo aldın, giydiklerin yakışmıyor.” diyen bir sese sahipsiniz. Belki de ”Patavatsız! Bu lafın yeri burası mı?” sesi yankılanıyor kafanızın içinde. ”Bu kadar da beceriksiz olunmaz. Yaptığın her şey koca bir hata. Hiçbir şeyi başaramıyorsun.” Sesleri oldukça tanıdık gelirken içten bir ”Aferin”, hiç alışık olmadığınız bir ses. Hiçbir dostunuza etmeyeceğiniz bu laflar, sizin her gün duyduğunuz ve yadırgamadığınız bir sese dönüşmüş durumda. Sıklıkla sevdiklerinizin destekçisi olurken farkında olmadan kendinizin en büyük engeli olmuşsunuz; üstelik bunu hiç hak etmez ve hiç istemezken. Çocukluğunuzdan gelen bu ses, hayat yolculuğunuzda her an patlamaya hazır bir bomba gibi yanı başınızda durmuş. “Sus bakayım öyle her lafa atlama.” sesi de sizinle gelmiş de yabancı ortamlarda konuşmaktan çekinir olmuşsunuz. ”Çok kilo aldın. Kız dediğin bu kadar yemez.” diyen büyüklerinizden bu cümleyi miras almışsınız ve o güzelim çikolatalı pastadan aldığınız her lokmada bu miras içinizde bir yara açar olmuş. Bu örnekler uzar gider. Herkesin örneği de sesi de biricikken, hissettirdikleri oldukça benzerdir. İçimizde bir yerlerde bıraktıkları izler, özgüvenimizdeki yansımaları ortaktır. Seslerin oluşma nedenleri de genellikle ortaktır. Hayattaki en değer verdiği insanın başarısız olmasından korkan babanın otomatik tepkisidir, evladını başarısızlık konusunda eleştirmek. Takdir görmemiştir ve bildiği tek yolla biricik evladını korumaktadır. Yıllarca fiziksel özellikleri yüzünden eleştirilen annenin kızı için bildiği tek yoldur, ”Çok yiyorsun kilo alma!” demek. İçten bir ”Çok güzelsin.” bildiği bir yol değildir.
Bizler, benzer seslere sahip ebeveynlerin benzer seslere sahip çocukları olarak bu mirasın temsilcileri ve devam ettiricileri olmak zorunda değiliz. İşte tam burada, nesillerden gelen sesleri şefkatli bir yere çekebilmek ve şefkatli seslere alan açabilmek için öz şefkate başvurabiliriz. Öz şefkat, kişinin kendine karşı geliştirdiği dostane tavırdır. Kişinin kendisine hata payı bırakabilmesi ve kendini kusurlarıyla kabul edebilme becerisidir. Acılı bir sevdiğine takındığı şefkatli tavrı kendisi acılarla karşılaştığında kendisine de gösterebilmesidir. Elbette edinilmesi kolay değildir; geliştirilmesi uzun zaman alan bir beceridir. Bazen acılı bazen ümit verici bir sürecin sonunda gelir. Çocukluktan sahip olduğumuz sesler bizimle belki 20 yıl, belki 30 yıl yaşamışken, öz şefkatin bir anda gelip yerleşmesini beklemek yine kendimize yaptığımız bir haksızlık olacaktır. Bu beceriyi geliştirmenin birçok yolu vardır. İlki farkındalık geliştirmektir. Bu yazının da amacı tam olarak budur: farkındalığınızda minik bir pay sahibi olmak. Sonrası, yer yer terapiyle yer yer kendinizle ve ebeveynlerinizle yüzleşmeyle, Mindfulness pratikleriyle, okuyacağınız kitaplarla, üzerine bol bol düşünmekle gelir. Farkında olmak, içinizdeki sesi fark etmek, o sesin amacını anlamak ve kabul etmek ve hatta o sese de şefkat gösterebilmek yolunuzu aydınlatır. O ses, bir zamanlar içinizdeki o küçücük çocuğa söylenmişti ve o çocuk öz şefkatin ne olduğundan habersizdi. O çocuğa da başka yol bilmeyen ebeveyninize de iyi niyetli olmak size iyi gelecek. Bir zamanlar ebeveyniniz de tıpkı sizin gibi buna maruz kalan küçük bir çocuktu. Önce içinizdeki çocuk için, sonra da sizin ve sizden sonra gelecek çocuklar için bu zinciri kırma gücü, içinizde bir yerlerde saklı.