BilimKültür - Sanat

İnsanın Makineye Değil, Makinenin İnsana Uyumu: İnsan Faktörünü Simon’la Anlamak

İnsanlığın kimi zaman insanlığını kaybettiği bir gerçek. Kendinden ve diğer insanlardan mükemmeli beklemek, mükemmel şartlara ulaşmayı hedeflemek ve mükemmel için insanüstü bir çabaya razı olmak ve dayatmak şahit olduğumuz, duyduğumuz veya okuduğumuz kadarıyla gayet normaldir. Dönem dönem bu özelliğimize ve kurulu düzene isyan edip insan doğasına daha uygun şartlara geçmişsek de uslanıldığı konusunda oldukça çekimserim. Örneğin insanlar kendini yönetmek adına bir rejimi üretir, sonra bu rejimden şikâyetçi olur, zarar görür, farklı ve nispeten daha az zarar gördüğü bir rejim kurar, bir süre rahat yaşadıktan sonra yine zararına olacak bir yola girmekten çekinmez. Sadece siyasi düzlemde değil, hayatın birçok alanında bunu gözlemlemek mümkündür. Esasında yaşamı zorlaştıran da bizleriz kolaylaştıran da. Şehirlere daha kolay bir yaşam için göçen de bizleriz, şehir yaşamını çekilmez hâle getiren de. Tabii ki burada bireysel olarak katkımızın yanı sıra hiyerarşik olarak bizden üstün olanların kurallarına göre oynamamız gerekliliğini de unutmamamız gerekir, gerektiği zaman sesimizi çıkarabileceğimiz gerçeğini es geçmeden… 

İş yaşamında, daha doğrusu örgütsel anlamda da benzer bir durum söz konusu olmuştur. Seri üretimin başlaması ve insan doğasının da tıpkı bu üretim tarzındaki gibi mekanik bir yapıya sahip olduğu varsayımıyla rasyonel bir hayat tarzı benimsenmiştir. Üretilen makinelerin işçilere değil, işçilerin bu makinelere uyum sağlamasını olağan görmüş, tabiri caizse böyle olması gerektiğini dayatmışlardır. Tabii ki alışıldığı üzere eleştiriler de peşinden gelmiş, Herbert Simon gibi bir ismi çağ ve gereklilikleri şekillendirmiştir. Peki, kimdir bu Herbert Simon, neden önemle okunması gereken bir isimdir ve neleri savunmuştur?

Simon, 20. yüzyılda yaşamış; iktisat, işletme, kamu yönetimi, bilişsel psikoloji, sosyoloji ve bilim felsefesi gibi alanlarda çalışmalar yürütüp bu alanları interdisipliner bir şekilde etkilemiş, 1978’te Nobel ekonomi ödülüne layık görülmüştür. Örgütlerdeki verimlilik çılgınlığı, makinemsi işleyiş ve karar alma süreçlerinin önüne insan faktörünü yerleştiren Simon, örgüt yönetiminde, dolayısıyla kamu yönetiminde insanların sosyal ve psikolojik boyutlarının etkili olduğunu/olması gerektiğini vurgulayarak bu alanların tatmininin aslında en mükemmel ve en verimli kararları almaktan çok daha önemli olduğunu ortaya koymuştur. Bunun bir sonucu olarak yönetimde demokrasi kavramı da ön plana çıkmıştır. Çünkü sosyal ve psikolojik ihtiyaç ve istekleri göz önüne almak, bu ihtiyaç ve isteklerin sahibi olan çalışan veya halkla muhatap olmadan, onların da karar alma süreçlerine katılımını desteklemeden pek de mümkün değildir. Önceleri yalnızca yöneticilerin “olgular” yani veriler üzerine rasyonel şekilde yer aldığı bu süreçte artık örgütün bir parçası olan insanlar ve onların oluşturduğu “değerler” yani örgüt kültürü de dâhil olmaya başlamıştır. Simon’ın değerler diye adlandırdığı kısım aslında bir arada yaşayan ya da çalışan insanların oluşturduğu ortak dil, espriler, ritüeller, bilgi paylaşımları, alışkanlıklar, kişiler arası dostluklar ya da düşmanlıklar gibi insan olmanın getirmiş olduğu, gündelik yaşamda da sıkça karşılaşabileceğimiz sosyal ve kültürel özelliklerimize temas eder. Üzerine düşünüldüğünde ise aslında bu ögeleri işleyişte değerlendirmenin örgüt yöneticilerinin kârına olduğu kolayca anlaşılabilmektedir. Motivasyon artışı, husumetleri ortadan kaldırma ve örgüte (iş yeri veya devlet kurumu fark etmeksizin) bağlılığı artırmak gibi karlardan söz ediyoruz. Pek de fena sayılmaz öyle değil mi?

Değerleri ve insan oluşu dikkate aldığımızda rasyonelliğin tam anlamıyla işlemesi de artık mümkün olmaz der Simon. Dolayısıyla da “sınırlı rasyonellik” kavramını ortaya koyar. Kısaca bilişsel ve sosyal kısıtlamaların karar alma sürecinde rasyonelliğe belli bir noktada ket vurduğunu, onu sınırladığını savunur. İnsan olarak ne düşüncelerimizin ne davranışlarımızın tamamen rasyonel olamamasının nedeni, düşündüklerimiz ve davranışlarımız hakkında eksiksiz bir bilgiye sahip olamamamızdır. Bildiğimiz ve elimizdekilerle sınırlıyız aslında. Karar süreçlerinde de maksimum düzeyde verimli ve doğru kararlar için çırpınıp yüksek beklentiler peşinde koşmaktansa insan faktörüyle ve gerçeklerle yoğrulmuş, insanları tatmin edecek kararları bulup çıkarmak asıl hedef hâline getirilmelidir.

 Özellikle karar verme sürecine Simon’ın vurgu yapmasının sebebi, yönetimde bu sürecin hayati bir rol üstlendiğini kabul ederek yola çıkmasından gelir. Yönetim dediğimizde daha önce de bahsettiğim üzere aslında fabrikalardan, iş yerlerinden, belki okullardan kamu yönetimine kadar birçok alanı düşünebiliriz. Zira hepsini de oldukça etkilemiştir Simon. Mükemmel, makine dizaynı ve verimlilik çılgını rasyonel zihniyetten daha sağlıklı, işlevsel, demokratik ve gerçekçi bir zihniyete geçişin öncülerinden biri desek yeridir.

Sözün özü, zaman zaman insanlığın insanlığa dönmesi için çağrılar yapılıyor ve Simon da bu konuda okunması ve dikkate alınması gereken şahsiyetlerden biridir. Günümüz şartlarını düşündüğümüzde insanlık olarak neredeyiz peki?

Referanslar

Doğan, K. C. (2023). Kamu Yönetiminde Karar Verme Kuramı Çerçevesinde Herbert A. Simon. Socrates Journal of Interdisciplinary Social Studies, 9(29). https://doi.org/10.5281/zenodo.7926219

Vandenbroeck, P. (2021, December 13). Book review: Simon’s “Sciences of the Artificial” | Medium. Medium. https://philippevandenbroeck.medium.com/herbert-simon-the-sciences-of-the-artificial-1969-1998-a9f6294f4717

Yavuz, M. (2011). Yönetim Bilimlerindeki Yeri ve Özgün Katkıları İle Cemal Mıhçıoğlu. Ankara

            Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 66/1, s. 161-187.

Daha Fazla Göster

Benzer Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu