Alfred Adler ve Doğum Sırası: Lord Sinicaff’ın Planı
(Bu hikaye; Alfred Adler’in, doğum sırasının kişilik özellikleri üzerindeki etkileri hakkında yaptığı değerlendirmeleri doğrultusunda yazılmıştır.)
~
Lord Sinicaff, yaklaşık bir yıl önce çok sevdiği eşini kaybetmiş ve birbiriyle bir türlü anlaşamayan üç kız çocuğuyla yapayalnız kalmış bir adamdır. Eşini kaybetmesinin ardından, ilgiye muhtaç üç ayrı hırçın kız çocuğuyla başa çıkmak ve onları tüm anlaşmazlıklarına rağmen bir arada tutmak hayli zorlaşmıştır. Lord Sinicaff sürekli düşünür durur: “Ne yapmalı da bu çocukları hizaya getirmeli, birbirlerinin elini tutmayı öğretmeli?”
Lord Sinicaff ne zaman bir fikir bulsa, kızıl bir toz bulutuyla zihninde beliren çocukları karşına dikilip itirazlarını sıralar. Hal böyle olunca Lord Sinicaff zihninde bile çocuklarını susturmaya çalışır. Bir gün küçük kızı, beş yaşındaki Amber Sinicaff; çalışma odasındaki kitaplarla dolu yığını, üstüne bindiği tahta atla devirdiğinde Lord Sinicaff dünyayı birkaç saniyeliğine Amber’in gözünden görür. Amber için dünya, oyunlar oynayacağı, istediği gibi türlü şımarıklıklar yapacağı ve ciddiyet gerektiren her durumun içinden kitap yığınını dört bir yana yıkar gibi fırlayacağı bir oyun alanından ibarettir. O an Lord Sinicaff, zihninde hiçbir kızının kızıl toz bulutlarıyla beliremeyeceği bir fikir bulur: “Ya bir oyun oynarsak…” Ertesi sabah Lord Sinicaff, çocuklarının odasında gürültüyle çalan bir guguklu saat gibi belirir. Çantalar hazırlanmıştır, at arabası aşağıda beklemektedir. Çocuklar ne olup bittiğini anlamadan huysuzlanırken dadıları tarafından giydirilir, ellerine birer reçelli ekmek tutuşturulur ve babalarının peşi sıra at arabasına bindirilirler. Lord Sinicaff koltuğa sırayla dizilmiş kızlarına teker teker bakar; Kaitlyn, Eleanor ve Amber Sinicaff.
On bir yaşındaki Kaitlyn, kız kardeşi Eleanor doğmadan önce nasıl da mutlu bir hayatı olduğundan bahseder durur. Şimdi ise babasından bir açıklama beklerken huysuz bakışlarıyla, arabanın içinde süzülen gri bir bulut gibi görünüyordur.
Lord Sinicaff, Kaitly’in bu bakışlarına çok da takılmaz, bu seferki odağı sekiz yaşındaki Eleanor Sinicaff’tır. Eleanor, ablasının aksine, bir bu taraftaki bir öbür taraftaki cama yöneltip durduğu bakışlarıyla gittikleri yolu izleyerek istikameti öğrenmenin peşindedir. Eleanor, Kaitlyn’le yan yana getirildiğinde, kesin bir yargı cümlesinin sonunda beliren soru işareti gibidir. Kaitlyn biraz da bu yüzden Eleanor’dan hoşlanmaz. Eleanor ona, her an çalılıkların arasından fırlayıp hatalarını düzeltmeye hazır bir çita gibi görünür.
Lord Sinicaff, ortanca kızının meraklı bakışlarına takılmadan beş yaşındaki Amber Sinicaff’ı incelemeye başlar. Küçük kız nereye gittiklerinden bir haber olsa da belli ki bunu çok önemsememektedir. Eline tutuşturulan reçelli ekmek ortanca ablasının elbisesine yapışmışken kendisi uyuklamaktadır. Lord Sinicaff şöyle düşünür “Amber, hala bir şeylerin öneminin pek de farkında olamayacak kadar çocuktur. Hava sert ve yağışlı olsa da onun ilk fark edeceği şeyler, parlak gökkuşakları ve üstünde zıplayabileceği su birikintileridir.”
Lord Sinicaff, bakışlarını at arabasının dışına çevirir. Çocuklarını şehirden uzakta, kendi büyüdüğü eve doğru bir yolculuğa çıkarıyor olması onu heyecanlandırmakla birlikte kaygılandırmaktadır da. Eve ulaştıklarında çocuklarına evi gezdirir. Onlara bu evde büyüdüğünü anlatır ve burada bulunmalarının sebebinin bir oyun olduğunu söyler. Oyun kelimesini duyduklarında çocukların üçünün de göz bebekleri büyür. Ancak Lord Sinicaff, bu oyunun diğer oyunlardan farklı olduğunu; onları kazanmaya götürecek olanın rekabet değil, iş birliği olduğunu söyler. Çocuklar bundan pek hoşlanmasalar da oyunun ne olacağını öğrenmek için sabırsızlanırlar.
Lord Sinicaff yanlarında getirdiği büyük bir kutunun içinden bir saksı çıkarır. Bu saksının içinde kat kat yapraklarıyla dolup taşan kocaman bir çiçek vardır. Eleanor hemen “Vaskansa çiçeği!” diyerek öne atılır. Lord Sinicaff başını sallayarak kızını onaylar ve onlara elinde tuttuğu Vaskansa çiçeğinden bahsetmeye başlar.
Lord Sinicaff, “Vaskansa çiçeği, doğada görülebilecek en sert ancak aynı zamanda en narin çiçektir. Yaprakları kadife gibi yumuşaktır ancak ezmeye veya koparmaya çalışırsanız üstündeki ufak tüyler keskin birer iğne gibidir. Bakması çok emek ister, suyunu hep aynı vakitte vermek gerekir, her gün güneş tam tepedeyken dışarı çıkarmazsanız aynı akşam yaprakları cansız bir şekilde süzülür. Sevilmek ister, ona güzel şarkılar söylerseniz yaprakları ağzınızdan çıkan sözlerle dans eder. Güneşe çıktığında bir görün onu, yapraklarına ışık değdiği an her biri en canlı renklerle parıldar. Bakması çok emek istese de hızla büyür Vaskansa çiçeği. Toprağa ekildiği günden sonra yapraklarını dünyaya uzatması uzun vakit alsa da dünyayla buluştuğu an ne zaman büyüdüğünü fark etmek zorlaşır. Bir inanışa göre de bu çiçeği yetiştirip ona iyi bakabilen, solmasına engel olan insan ömür boyu iyi şansla taçlandırılırken, birlikte yetiştirdiği insanlarla da ömürleri boyunca birbirlerine kalpten, sevgi ve anlayışla bağlanırlar. Şimdi size Vaskansa çiçeği tohumuyla dolu bu keseyi veriyorum. Yarın sabah erkenden bu tohumu hep birlikte ekeceksiniz ve bakımından siz sorumlu olacaksınız. Eğer dediğim gibi bu çiçeğe iyi bir şekilde bakıp, solmadan büyümesini sağlarsanız üçünüzün de birer dilediğini yerine getireceğim. Ama bu süreçte yapmanız gereken en önemli şey, birbirinize yardım etmek. Çiçeğinize birlikte bakarsanız ve birbirinize destek olursanız o da hızla ve sağlıkla büyür. Dilerim ki kocaman bir Vaskansa çiçeğiniz olsun.”
Kızlar, dileklerinin gerçekleşmesi için güneşin doğumuyla tohumları büyük bir saksının içine eker, suyunu verir ve ardından saatin on iki olmasını beklerler. Üçünün de istediği şey birbirlerinden kurtulmaktır. İlk günün akşamında üçü de saksının etrafında uyuyakalır. Günler, sabahları Kaitlyn’in büyük bir su kabını kardeşlerinin yardımıyla saksıya taşımasıyla başlar. Kaitlyn, suyu saksıya dökerken Eleanor Vaskansa çiçeği hakkında ne biliyorsa kardeşlerine anlatır ne kadar suyun yeterli olacağını takip eder. Amber ise güzel şarkılar söyleyerek çiçeği yeni güne uyandırır.
Kaitlyn çok hırslıdır, çiçeği yetiştirirken daima babasının onayını aldığından emin olmak için gözünün içine bakar. Çiçeğe ne kadar güzel baktığına dair takdir görmeyi bekler. Bu yüzden bazen her şeyi kendi sorumluluğuna alıp çiçeğe tamamen kendisi bakmayı diler ancak bunun mümkün olmayacağı en başından bellidir. Bu durumda Kaitlyn, sorumlulukları ve en nihayetinde çiçeği büyütebilmiş olmanın vereceği gururu kardeşleriyle paylaşmayı kabul etmek durumundadır. Babası onu yaptıkları için tebrik ederken birden kardeşi Eleanor yanlarında beliriverir.
Eleanor, çiçeği bir an önce büyütebilmek için sabırsızdır ve çiçek hakkında ne varsa okur, bunları kardeşleriyle paylaşarak onlara neler yapılması gerektiğini öğretmeye çalışır. Kaitlyn’in suyu nasıl dökeceğine bile karışır. Öğlen olduğunda evin güneşi hangi odadan daha iyi aldığına bile saatlerce karar vermeye çalışmıştır. Babasına ne kadar çok şey bildiğini göstermek ister ve en ufak bir şey eksik yapıldığında hemen doğrusunun nasıl yapılacağını anlatmaya başlar. Böylece kardeşleri arasında en çok emeği kendisinin verdiğini çünkü çiçeğin nasıl yetiştirileceğini en iyi kendisinin bildiğini düşünür.
Küçük Amber ise ne su dolu kabı ne de büyük saksıyı taşıyacak kadar güçlüdür. Bu yüzden o da babasının dediği gibi çiçeğe güzel şarkılar söyleyerek, ona arkadaşlık ederek ablalarına destek olmaya çalışır. Pek bir şey yapmıyormuş gibi görünür, hatta sabahları çiçeğe su vermek için ablalarıyla birlikte erkenden kalkmayı zaman zaman beceremez ve uyuklar. Ama kimse ona bunun için kızmaz çünkü o zaten evin en küçüğüdür ve en önemli kısmı ablaları yapmaktadır. Yalnızca şarkılar söyleyip dans etmesi de ablaları için yeterlidir.
Günler geçtikçe kızlar bu ekip çalışmasına çok alışır ve birlikte olmaktan keyif alırlar. Eskisi gibi birbirleriyle anlaşmazlığa düşmezler. Artık Kaitlyn kardeşleriyle bir şeyler yapmaktan memnundur, Eleanor ablasının suyu çiçeğe en doğru şekilde verdiğini bilir ve Amber artık şarkı söylemek dışında da ablalarına yardım edebilmeye başlamıştır.
Bir sabah saksıdaki toprağın üzerinde minik bir yeşil yaprakla karşılaşırlar. Hemen babalarına koşarlar ve çiçeğin büyümeye başladığını söylerler. Hepsi çiçek sanki tamamen büyümüş gibi neşelidir ancak babaları işin henüz bitmediğini, bundan sonra çiçek hızla büyüyecek olsa da daha yeni başladıklarını söyler çünkü yeterince iyi bakılmazsa bu büyük çiçek her an solabilir. Eskisi gibi olsa hemen buna karşı çıkacak üç kız, bu sefer birlikte daha sıkı çalışmaya başlarlar. Çiçeğe eskisinden de çok emek verirler, artık üçünün de en iyi yaptığı şey bu çiçeğe bakmak olmuştur. Onlar birbirlerine destek olurken çiçek de hızla büyür ve bir sabah güneşin doğuşuyla kapalı olan tüm yaprakları canlılıkla açmaya başlar. Bunu ilk gören ablalarından önce uyanan Amber’dir, koşar ve ablalarını uyandırır. Üçü de gözlerine inanamaz çünkü haftalarca büyütmeye çalıştıkları bu çiçek, şimdi kendilerinden bile büyüktür. Yaprakları, güneşin altında parıl parıl parlamaktadır.
Çiçeği gören Lord Sinicaff, büyülenir çünkü aslında bu üç kızın birlikte tartışmadan bir şeyler yapabileceği konusunda hala şüphelidir. Ancak görür ki üçü birleşerek neredeyse tek bir kişi olmuş ve bu özen isteyen çiçeği yetiştirebilmiştir. Babaları, onlarla gurur duyar ve üçünün de dileklerini sorar. O an bir sessizlik olur. Hiçbiri dileğini söylemek istemez, bundan utanırlar çünkü hepsi de birbirlerinden kurtulmayı dilemiştir. Ancak şimdi birlikte olmanın ne kadar güzel olduğunu biliyorlardır ve ayrılmak onlar için bir seçenek bile değildir. Eleanor öne çıkar ve kendi dileğini söyler “Bir kese daha Vaskansa çiçeği tohumu.”
Bunu duyan kardeşleri, gülümseyerek Eleanor’la aynı dileği dilerler. Babaları bu dileklerini mutlulukla yerine getirir. Hepsi yüzlerinde birer gülümsemeyle eve dönerler ve uzun bir süre onlarca Vaskansa çiçeğini birlikte yetiştirirler. Herkes bu çiçeği büyütmek için nasıl bir su kullandıklarını, ona nasıl baktıklarını öğrenmek ister ancak onların yöntemi üçünün de çok iyi bildiği bir ekip işidir.
~
Bu hikaye aslında kardeşlerin birbirini sevmesinin ve birlikte olmasının ne kadar değerli olduğunu gösteren bir hikaye gibi görünebilir. Ancak Kaitlyn, Eleanor ve Amber Sinicaff’ın temsil ettiği roller, bugün Alfred Adler’in doğum sırasının kişilik özellikleri üzerindeki etkileri üzerine yaptığı değerlendirmeler sonucunda belirlenmiştir.
Alfred Adler’e göre ilk çocuk, bu kişi hikayemizde Kaitlyn oluyor, ailede ilginin odağındadır. Ta ki yeni bir bebek dünyaya gelene kadar. Küçük bir kardeşinin olmasıyla ilk çocuk, ailesinden gelen sevgi ve ilgiyi kardeşiyle paylaşmak durumunda kalır. Böylece kendini birden odağın dışında bulur. Alışık olduğu bir durumla karşılaştığı için kardeşini davetsiz bir misafir olarak görür. Bu durumda ilk çocuklar, çok fazla çalışmaya ve daima önde olmak için çabalamaya yatkın hale gelir.
İkinci ve ortanca kardeş olarak Eleanor’u ele alacak olursak, Adler’e göre bu çocuklar doğdukları andan itibaren sevgiyi ve ilgiyi paylaşmak zorundadırlar. Özellikle büyük kardeşleriyle sürekli bir yarış içindedirler ve tetikte olma özellikleri ön plana çıkar. Büyük kardeşin kıskançlığıyla büyüdükleri için daha girişken ve başkaldırıcı olabilirler. Buna ek olarak ortanca çocuk oldukları takdirde kendilerini büyük ve küçük kardeşleri arasında sıkışmış bulabilirler. Bu durum kendilerini zavallı ve problemli görmelerine yol açabilir.
Ve en küçük çocuk Amber. Amber gibi evin en küçük çocukları, Adler’e göre sevgiye en çok doyanlardır. Bu çocukların sorumluluk bilincinin az geliştiği söylenir çünkü ailede onun yapması gerekenleri onun için yapacak birileri hep vardır. Bu çocuklar, kendilerinden büyük kardeşleriyle rekabete girebileceği gibi her şey önlerine serildiği için rekabet duygusundan uzak da olabilir. Genellikle dışa dönük, eğlenmeyi seven ve ilgiden hoşlanan kişiler oldukları görülmüştür.
Bu hikayede, yukarıda anlatılan özellikleri doğum sırasına göre edindiği söylenen üç kız kardeşi okudunuz. Peki siz bu kardeşlerden hangisisiniz? Size göre Alfred Adler’in yaptığı değerlendirmeler geçerli midir?