Sağım Solum Sobe Saklanmayan Ebe

“Yetişkin olma” sorumlulukları ve çabalarından ötürü neşemizi yansıtırken çekinebiliyor ve fark etmeden sessizce “istenilen” karaktere dönüşebiliyoruz. O karaktere dönüşmüş olmak veya bunun için çabalamak bizi neşeli olma ihtiyacımızdan uzaklaştırmıyor. Zaman geçtikçe sandığımızın aksine oyun oynamaya devam ediyoruz. Oyun dediğimiz kelime sadece saklambaç, sek sek veya beştaştan ibaret değil elbette. Oyunlarımız zamanla değişir, dönüşür. Bir bakmışız körebe oynarken aradığımız arkadaşlarımızla artık kendi yolumuzu arıyoruz.
Bu oyunlar zaman geçtikçe çeşitleniyor ve çocukluğumuzda oynadığımız oyunlardaki rollere bürünüyoruz. Evcilik oynarken oynamayı seçtiğimiz karakter oluveriyoruz bir anda. Sorumluluklarımız dolayısıyla stres olduğumuz konular olabiliyor. Bu noktada bizi rahatlatacak ve stres seviyemizin motivasyonumuzu düşürmeyecek düzeyde kalmasını sağlayacak aktivitelere ihtiyaç duyabiliyoruz. Bu aktiviteler sadece kendimiz için yaptığımız şeyler olmalı. Sonucunda bir kazanç elde etmeyeceğimiz ama iyi hissedeceğimiz aktiviteler. Örneğin, mandala boyamak, kendi başımıza geçireceğimiz güzel bir gün veya yürüyüş yapmak. Bunların yapılması kulağa kolay gibi geliyor fakat çoğunlukla yapmaktan kaçındığımız veya ertelediğimiz şeyler. Kendimize vakit ayırınca iş veya gündelik hayatımızda yaratıcılığımızın arttığını veya insanlarla iletişimimizin güçlendiğini gözlemleyebiliriz. Bunun sebebi: Beynimizde endorfin salgılanması kortizol seviyemizin düşmesi ve bunun sonucunda daha iyi hissetmemiz. Dolayısıyla, anksiyete ve depresyon yaşama riskimiz de azalır.
Geçmiş zamanlarda da insanların eğlenmek için çeşitli sanat alanları oluşturduklarını ve bu alanların günümüze gelişerek geldiğini söylemek mümkün. Edebiyat dersinde de sıkça karşımıza çıkan meddah, orta oyunları, köy seyirlik oyunları, karagöz ve hacivat verilebilecek en güzel örneklerden bence. O zamanlar televizyonun olmaması ve elektriğin kısıtlı olmasından ötürü insanların keyifli vakit geçirmek için izledikleri oyunlardı. Bugün bazıları gelişerek hayatımıza gelmiş bazıları ise yalnızca kitaplarda karşımıza çıkan eğlenceler. Dönüşümü insanlığın her alanında gözlemleyebileceğimiz gibi bu oyunların dönüşümünden de bahsedebiliriz. Mesela meddahlık, tek kişinin çıkıp hayatın gerçeklerini mizaha vurarak anlattığı bir tür. Tam olarak güldürürken düşündürenlerden. Bugün adına meddah demesek de komedyenler bu tür için iyi bir örnek. Orta oyunu da karagöz ve hacivatın tiyatroya dönmüş hâli.
Edebiyat dersimizin sınavına çalışırken okuduğum ve bu yazıyı yazmamda bana ilham olmuş bir tiyatrodan da bahsetmek isterim. Adalet Ağaoğlu’nun Tombala isimli tiyatrosu. Bana insanların yedisinde de yetmişinde de yanında bir insana ihtiyaç duyduğunu ve oyun oynama hevesinin hiç sönmediğini hatırlattı. Metinde, yaşlanmış bir çiftin tatlı atışmalarını, geçmişe duydukları özlemi ve tombala oynayarak vakit geçirdiklerini okuyoruz. Bu, vakit geçtikçe çocuklaştığımızı değil de yetişkinlikte bastırmaya çalıştığımız “çocukluğun” yaşlılıkta yeniden ortaya çıktığını fark etmemi sağladı.

Diyeceğim o ki, aslında çocukluğumuz hep orada, bizi kovalamıyor ya da bizden kaçmıyor. Elbette ciddi olmamız gereken ortamlar olacak olmalı da ama içimizdeki oyun oynama ve çocuk olma hissini sonsuza kadar bastıramayız. Bazen ona izin vermeli, o uçurtmayı uçurmalıyız. Duygularımızı yansıtmak onları yaşamak bizler için bir ihtiyaç. Bazen kahkahalarla gülmeli bazen de hıçkırarak ağlamalıyız. Arkadaşlarımızla sosyalleşmeli ama sorumluluklarımızdan da kaçmamalıyız. Önemli olan hepsi arasında denge kurmak. Bana göre, yaşam boyunca bu dengeyi kurmak için çabalıyoruz. Yalnızca kendimiz olabildiğimiz alanları ve yanında iyi hissettiğimiz insanları ararken çeşitli duraklardan geçiyoruz. Tüm duygularımızı, sevdiklerimizi de yanımıza alarak yolculuğa devam ediyoruz. Bunların yanında, bence o yolda ilerlerken bazen yokuş aşağı bisiklet sürmek hâlâ çok keyifli!
Kaynakça:
Ağaoğlu, A. (1992). Tombala [Tiyatro oyunu]. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.