Barbie Film İncelemesi
Çocukluğumuzun güzeller güzeli oyuncağı, oyunlarımızın ve neşeli anılarımızın eşlikçisi Barbie… Çocukluğumuza dair taşıdığı güzel hatıralardan mıdır yapay ama mükemmel dünyasına olan meraktan mıdır bilinmez Barbie son zamanların en çok ses getiren filmleri arasına girdi. Müthiş bir pr çalışması sonucu uzun bir süre neredeyse her gün Barbie içeriklerine maruz kaldık ve bir anda etrafımızdaki büyük çoğunluk pembe kombinlere ilgi duymaya başladı. Barbie’nin kız çocuklarında oluşturduğu güzellik standartlarına kızanlar Barbie filmine gidilmesini uygun görmediği gibi filme yönelik çeşitli eleştirilerde bulundu. Fragmanı izlediyseler eleştirilerinde haksız da sayılmazlardı. Fragmanda gösterilen Barbie Land kusursuz ve tabii oldukça pembeydi.
Filmin başında Barbieler ve tek amacı Barbie’nin ilgisini çekmek olan Kenlerin yaşadığı bir Barbie diyarıyla karşılaşıyoruz. Barbie diyarında her şey plastik, içine süt doldurulmamış boş bardaklardan süt içiliyor, ekmek gerçekten ısırılmıyor ve duş alırken su yok. Barbie Land içinde yalnızca müzik, dans ve eğlence var. Her şey kusursuz şekilde ilerlerken Barbie bir sabah uyandığında ağzının koktuğunu fark ediyor. Film bu noktadan sonra kusursuz ve eğlenceli Barbie dünyasını izleme hevesiyle filme gidenleri yanıltan bir değişim yaşıyor. Barbie’nin ağzının koktuğunu, bacaklarında selülitler çıktığını gördüğü an film yeni bir boyut kazanıyor. Gündelik hayatımızın normali olan bu kusurlar Barbie için son derece endişe verici oluyor ve bu kusurlardan kurtulabilmek için gerçek dünyaya yolculuğa çıkıyor. Barbie’nin gerçek dünya yolculuğuna Ken de eşlik ediyor. Yolculukları sırasında Barbie diyarında görmedikleri bir şeyle karşılaşıyorlar: Erkek hegemonyası. Gerçek dünyada Barbieleri tasarlayanların, onlar adına karar verenlerin, dünyayı yönetenlerin, söz sahibi olanların erkekler olduğunu görüyorlar. Barbie kadının değersizliğini gördüğünde zaman zaman tüm kadınların yaşadığı türden bir hayal kırıklığı yaşıyor. Ken de Barbie de yepyeni bakış açılarına sahip olmuş şekilde kendi dünyalarına dönüyorlar. Elbette Ken erkeklerin bu üstünlüğünden etkileniyor ve Barbie diyarına erkek hegemonyasını hâkim kılmak istiyor. Gerçek dünyadan edindiği iki arkadaşı ile Barbie diyarına döndüklerinde Kenlerin egemen olduğu bir Barbie Land ile karşılaşan Barbie bir diğer hayal kırıklığını da bu süreçte yaşıyor. Filmin bundan sonrası Barbielerin erkeklerin ezici üstünlüğüyle mücadelesini ve Barbie’nin insan olma yolculuğunu konu alıyor.
İzlemesi keyifli bir film. Filmdeki mesaj verme kaygısının çok yüksek olduğunu ve mesajların çok açık şekilde verilmeye çalışıldığını görüyoruz. Hiçbir seyirci verilen mesajları kaçırmasın isteniyor. Bu da güzel mesajlara rağmen filmi yalnızca mesaj kaygısı güden bir film haline getiriyor ve seyircinin akışta kalmasını kendini Barbie dünyasının içinde hissetmesini zorlaştırıyor. Kapitalizmi, kadınlara dayatılan güzellik standartlarını, erkek hegemonyasını, mükemmellik algısını, kadının toplumdaki konumunu eleştiren bir filmin başrolünün Barbie’ye verilmesi ironik ve dikkat çekici bir girişim olmuş. Kapitalizmin ve kadınlara dayatılan güzellik algılarının sembollerinden biri olan Barbie karakterini böylesine eleştirel bir filmde görmek, plastik bir dünyadan sıyrılan Barbie’yi gerçek dünyada izlemek oldukça keyifliydi.
Zaman zaman yalnızca kusursuz görünmeyi ve çok mutlu olmayı arzuladığımız ancak arzuladığımız mutluluğa ulaşamadığımız için hayal kırıklığına uğradığımız dönemler oluyor. Barbie ise tam da arzuladığımız hayatın içinden çıkıyor ve gerçek insan olma serüvenine atılıyor. Yaşadığı toplumdaki güzellik standartlarına, kendi güzellik algısına, başlarda ağız kokusuna bile dayanamadığı mükemmeliyetçi yapısına rağmen gerçek insan olmanın, kusurlarıyla gerçek bir kadın olmanın peşine düşüyor ve sonunda da bunu elde ediyor. Bu yolculuk özellikle dayatılan güzellik standartlarının altında ezilmekte olan kadınlar için çok güzel ve kıymetli mesajlar içeriyordu. Kusursuz güzelliğine ve içinde bulunduğu kusursuz dünyaya rağmen kendini arayan bir Barbie görmek ve bu yolculuğa şahitlik etmek hoş bir deneyimdi.
Filmin eleştirel dili, seyirciye sunmayı hedeflediği mesajlar anlamlı ve güzel olmasına rağmen erkek ve kadın üstünlüğüne olan vurgunun yoğunluğu yorucu ve abartılıydı. Kadınların üstünlüğünde kusursuz ve son derece eğlenceli bir dünya resmedilmişken erkek hegemonyasında korkunç ve karanlık bir dünyanın resmedilmesinin haklılık payı oldukça fazlaydı fakat bu denli net sınırlar ve yalnızca bir tarafın üstünlüğüne odaklanılması filmin çok taraflı bir tutum sergilediğini düşündürdü. Hâkim bir hegemonyaya mecbur olmadığımız, kadın ve erkeklerin el ele verip kendi dünyalarını baştan düzenleyip dönüştürdüğü, kadınların mükemmeliyetçilikten sıyrılıp kusurlarıyla kendini seven gerçek kadınlar olduğu, erkeklerin ise ataerkil toplum düzeninin baskıcı ve kadına üstünlük sağlayan tutumlarından sıyrılıp adil ve merhametli bir duruş sergilediği bir son hem Barbie filmine hem de bizim içinde bulunduğumuz gerçek dünyamıza eminim ki çok yakışacak.