Mesel Falan Değildi Öyle “To be Or Not To be”; Bir Şiire Psikoloji’den Bakmak

Gündelik, alışılagelmiş ama beklenmedik olana, bilinen ama görülmeyene, görülüp de bahsedilmeyene; her yönüyle kültüre ama en çok da insanına, bir nasıra ve yıllardır aşınmış olan o avuç içinin meselesine; varlık ile yokluk arasındaki çizgilere okunan selalara, hâliyle gözyaşına ve avuntuya. Üstelik umudun tesellisine, “öteki hayata” ama buradaki hayat için verilmiş mücadeleye, ekmek kavgasının bittiği akşamlara, bir kumandayı parmaklarıyla eskiten ellere, can’ın sıkıntısına ve uyuklayan gözlerin vardığı huzura. En başından itibaren iç çekişlerin kederine, nefesine; bir varlık mücadelesinin yokluk aşkı için atan kalbine. Ayrılığın bir kavuşmayla eş değer olduğu an’a.
KİTABE-İ SENG-İ MEZAR
-Orhan Veli Kanık
Kısım – 1
Hiçbi’ şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah’ın adını,
Günahkâr da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi’ye.
İlk dizelerde bir nasır vurgusu görüyoruz. Nasırın temsil ettiği şey bir emekten ve mücadelen ibaret olmalı. “Yaşamak hakkını mütemadi bir didişmenin sonunda bulan”, üzüntüsü belindeki fıtıktan, başındaki ağrıdan, yakınması sözden ve avuntudan geliyor. Buradaki kültürel anlamları açmak ve bu hissi çözümlemek, karakteri anlamak açısından kritik. Belki de yaşam mücadelesinin 20’lerinde evlenmek, 30’larında evi geçindirmek, 40’larında çocuklarını okutmak, 50’lerinde onları evlendirmekten geliyor olabilir. Hâliyle Süleyman Efendi’nin hayat mücadelesi gerekliliklerle zorunlu kılınmıştı. Yaşlandığında bu gerekliliklerin daha da esnediği belki de bittiği bu dönemde maneviyatla ilişkisi de yoğun değilmiş.
Günahkâr olmasa da pek Allah’ın adını anmadığını görüyoruz. Bu noktada Allah, hayatı boyunca içselleşmemiş inancın kültürel yakınma ifadesine dönüşüyor.
Kısım – 2
Mesele falan değildi öyle,
“To be or not to be” kendisi için;
Bir akşam uyudu;
Uyanmayıverdi.
Aldılar, götürdüler.
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duysalar öldüğünü alacaklılar
Haklarını helal ederler elbet.
Alacağına gelince…
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.
Onun için “vakti” gelmiş, son “vazife” de yerine getirilmişti. Gerekliliklerle geçen bir yaşam için ancak bu şekilde bir son olabilirdi. Duyguyla hemhâl olmuyoruz son anında. Yapılmış bitmiş bir iş’ten bahsediyoruz. Meselenin varoluşsal bir şey olmadığını da görüyoruz. Belki de hiç bir zaman varoluş sorunu olmayacaktı hayatının son anları, çünkü en başından beri mücadele etmeyi, çalışıp durmuş olmayı ve bazen -belki de- kahveye gitmeyi bilmişti. Borçlular da ölüme karşı oldukça saygılı, alacağı zaten yok Süleyman Efendi’nin. Bu “zaten”in kolları yoksulluğa uzanıyor olabilir.
Kısım – 3
Tüfeği depoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler.
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matarasında dudaklarının izi;
Öyle bir rüzigâr ki
Kendi gitti,
İsmi bile kalmadı yadigâr.
Yalnız şu beyit kaldı,
Kahve ocağında el yazısıyla:
“Ölüm Allah’ın emri
Ayrılık olmasaydı.”
Tüfeği; onu hatırlatan, onun uzantısı olan bir nesne olarak unutulmak istenircesine kaldırılıyor. Matarasında da torbasında da bir iz kalmıyor geriye. Onu yansıtan ve hatırlatan izler, rüzgârın esintisiyle kayboluyor yavaşça. Ölümün bir emir olduğu dünyada, ayrılığın dünyadan mı yoksa en başından beri Allah’tan mı olduğu belirsiz kalıyor. Ölüme karşı duyarsız ama kabullenmiş kalıyoruz.
Orhan Veli burada; peygamber, padişah ile anılan ve otoritenin/gücün temsilcisi olan Süleyman ismini daha yumuşak ve “garip” bir yere koyuyor. İsimlerini ölümsüz kılan, en başında adı tarihe yazılmış olan Süleyman’ı bir rüzgâr esintisiyle yavaş yavaş yok ediyor. Hatta biraz da silik bir yere, kültürel olarak epey ortalama bir yerde kalıyor Süleyman Efendi. Sanki özneden çok nesneleşiyor bu hikâyede. Orhan Veli’de tanıdık gelen, herhangileşen bir yerden “Ne için yaşandı?” diyemeden, olmuş bitmiş bir hayatı önümüzden alıveriyor. Nasırın anlamı da; mücadelesini ve haklı hikâyesini “Ben bunlar için koşturdum durdum.” diyebilmenin bir sembolü. Bu hikâyesindeki acısının en büyük tesellisi de yakınması.
Bu şiir bizim ölümsüzlüğe karşı aldığımız tavrı ve çatışmamızı da ortaya koyuyor. Kendi adımızı yaşatacak hikâyelerimiz, fotoğraflarımız, bizi anımsatacak eşyalar, bizden olan çocuklarımız, soyadımız, dillendirdiğimiz anılarımız. Her biri ölüm kaygımıza yönelttiğimiz ölümsüzlük arayışının “Ben vardım.”, “Ben yaşadım.” diyebilmenin bir parçası. Vaktin geldiği bir anın, ölümün emir olmasının kabulüyle ve rahatlığıyla yaşamanın bir sonu.
“Ölümün fizikselliği insanı tahrip etse de ölüm fikri onu korur.” (Irving Yalom / 1980)
Kaynakça
Erduran, İ. (2017). Bir Garip Serencam: Orhan Veli. In (Düzenleme Kurulu), Taş Mektep’in Yolcuları 2017 Şairler Sempozyumu: Bildiriler Kitabı (ss. 12–19). Ankara Atatürk Lisesi.
orhun.art. (t.y.). Old person aesthetic [Pinterest gönderisi]. Pinterest. https://tr.pinterest.com/pin/70087337949308914/
Türk, H. (2020). Orhan Veli Kanık’ın Kitabe-i Seng-i Mezar’ı. In F. Sakallı (Ed.), Bir Garip Orhan Veli (1. Baskı, ss. 27–38). İlbilge Yayıncılık Eğitim.
Yalom, I.D. (1980). Varoluşçu Psikoterapi (Z.İ. Babayiğit, Çev.). İstanbul: Kabalcı Yayıncılık.



