Hiç bir sanat eseri karşısında büyülendiğinizi hissettiniz mi? Bıraksalar karşısında saatlerce oturacağınız, hakkında düşünüp durduğunuz ve gözünüzün önünden hiç gitmeyen bir eser ile karşılaştınız mı daha önce? Çoğu insanın bir eser karşısında dalıp gittiği olmuştur. Kastettiğim fotoğrafını çekip geçmek değil. Bazen öyle eserler vardır ki insanın karşısında telefonu çıkarmak bile aklına gelmez. Böylesine anlarda insan o eserin varlığını gerçekten görür. Eser insanı insan yapan bir duygusuna hitap etmiş, içinde bir yerlere dokunmuş olacak ki buhranlı bir havaya bürünür kişi. Büyülenmenin yanında huzur da hisseder. Belki bir parça da merak vardır o an hissettiği duyguların içinde, eserin ilk yapıldığı zamanlara götüren bir merak. Ama bazen kişiler gördükleri sanat eserleri karşısında daha karmaşık duygular hissederler. Kişi duygu bozuklukları, halüsinasyon, panik atak, paranoya, kısa süreli hafıza bulanıklıkları ve hafıza kaybı şeklinde görülen psikolojik belirtilerin yanında; baş dönmesi, bayılma, kalp ritmi bozuklukları, nefes almada zorlanma, kusma ve ağız kuruluğu gibi fiziksel belirtiler de gösterir. Bu belirtileri gösteren kişilerde Stendhal Sendromu görülebilir. Peki, Stendhal Sendrom nedir, ne zaman ve nasıl ortaya çıkmıştır? Gelin birlikte bakalım.
Stendhal Sendromu yani hiperkültüremi, bir diğer deyişle de Floransa Sendromu hızlı kalp atışı, baygınlık, halüsinasyon gibi durumlara sebebiyet veren psikosomatik bir rahatsızlıktır. Bu sendrom kişinin sanat eserlerinin güzelliği, büyüleyiciliği veya bolluğu durumunda kendinden geçmesine verilen isimdir. Sendrom, adını 19. Yüzyılda yaşamış olan Fransız yazar Stendhal’dan almıştır. Fransız yazar, 1817 yılında Floransa ziyaretinde Santa Croce Bazilikası’nda Giotto’nun fresklerini görünce karmaşık ve açıklanması güç duygular hissettiğini yazmıştır. Daha önce de Floransa gibi sanat eseri açısından zengin olan yerlerde bu belirtileri yaşayan insanların sayısının fazla olmasına rağmen bu sendrom isimlendirilmemiştir ta ki 1979 yılına kadar. 1979 yılında İtalyan psikiyatr Graziella Magherini, Floransa’da bu belirtileri yaşayan 100’den fazla ziyaretçi üzerinde yaptığı gözlemleri sonucunda bu sendromu isimlendirilmiştir.
İddialara göre Freud, Michelangelo’nun Davut heykeli hakkında araştırma yapmak için gittiği zaman, heykeli gördüğü an bayılmıştır. Bu sendromun neden görüldüğüne gelecek olursak da elimizde kesin bir açıklama yoktur. Bazen doğal güzellikler karşısında da görülebilen bu sendromun dini ibadetler sırasında gerçekleşen bayılma ve kendinden geçme durumları ile de benzer olabileceği hala tartışılan konular arasındadır. Kesin olmamakla beraber en basit şekilde açıklamaya çalışırsak, yüksek yoğunluktaki duygu anlarında ortaya çıkan beyni işleyişinde değişikliklerden kaynaklı bir sendrom olarak görülmektedir.
Stendhal Sendromunu teşhis etmek zor olabiliyor çünkü semptomları genelde başka hastalıklarla karıştırılmaktadır. Nadir bir durumdur, ayrıca kişi tetikleyici ortamdan uzaklaştıktan sonra doğal olarak, hasar almadan eski haline geri döner. Belirtilerin devam ettiği, kişinin hayatını etkilediği durumlarda ise psikoterapi devreye girebilir. Anksiyetenin ve duygusal bozuklukların çözümü olarak görülen psikoterapi bu durumu çözmeye de yardımcı olur.
Kendi düşüncelerimden bahsedecek olursam bu sendromu ilk öğrendiğim an üzerine düşünmeden duramadım. Sanatın, o güzel eserlerin böyle bir yanı da olduğunu fark edince üzerine düşünmenin kaçınılmaz olduğunu anladım. Gördüğümüz resimlerin, hayranlık duyduğumuz heykellerin ve daha nice sanat eserlerinin aslında insan üzerinde, daha doğrusu insan psikolojisi üzerinde büyük etkisi olduğu aşikâr. Oldukça gizemli ve etkileyici olan bu sendrom sanatın geri plana konulacak bir şey olmadığını, insan için ne kadar önemli olduğunu anlamamı sağladı. Büyüleyici ve heybetli olan eserlere bakmakla doyamadığımızı ve insan elinden çıkan şeylerin yine insan üzerindeki etkisinin ne kadar çarpıcı olduğunu bir kez daha fark ettim. Ama biz sanatın bu tarafını değil de güzel tarafını kucaklayalım. Resim çizmek bize iyi gelsin, müzik dinlemek ruhumuzu doyursun, güzel eserler bize hayatın yaşanabilir olduğunu hatırlatsın. Dışarıda baktığımız her ağaç, çiçek, böcek hepsi de ayrı bir sanat eseridir. Her gün onları görüyor olabilmek aslında ne kadar büyük bir mucize. Bunun kıymetini bilelim, sanatı güzel yanıyla kucaklayalım. Sanatın ruhumuzu doyurmasına izin verelim. Bol sanatlı bir hayat diliyorum.