Küçük Parçalarda JO MARCH Kadını Olmak?

Küçük Kadınlar, her neslin severek okuduğu veya farklı versiyonlarını izlediği bir yapım. Özellikle kadınlar ve ikili ilişkiler hakkında her nesil ve yaştan kadının bir çok şeyi görmesi, gözlemlemesi, kabul etmesi ve/veya birçok şeyden nefret etmesine yol açan bir yapıt. Bu filmin analizine geçeceğim başka bir yazı olacak ama bu yazıdaki konumuz biraz daha özerk. Aslında bu yazının tamamı Jo’nun kardeşini kaybettikten sonra annesine yaptığı konuşma ve o dönemde kadın olmanın dört farklı perspektiften bize gösterilişi üzerinden kurulacak.

Filmde dört farklı kadın karakter görüyoruz. Dördü de kardeş olmasına rağmen farklı kadınlar. Aynı ailede aynı şartlarda büyümelerine rağmen istekleri, hayalleri, yaşayışları, yaptıkları şeyler aynı veya farklı olsa bile gördükleri tepkiler ve onaylar çok farklı. Yani günümüzde ekonomik, sosyal, fiziksel her özellik nasıl farklı değerlendiriliyorsa bu kadınlar da aynı cinsten olmalarına rağmen farklı şekilde değerlendirilip değer görüyorlar. Örneğin kardeşlerden biri yazar olmak isterken diğeri bir ev hanımı olmak istiyor. Bir kardeş bunu hor görürken diğer kardeş onu hor görmeden isteklerinin sadece diğerinden farklı olduğunu belirtiyor. Tıpkı günlük hayattaki isteklerimizin, hayallerimizin dönüşmesi ve gelişmesiyle aldığı hâllerin farklılığı gibi. Yani yola çıkışınız çok başarılı bir iş kadını iken ev hanımı olmanız erken yaşta evlenmeniz, çocuk sahibi olmanız sizin başarılı olmadığınız anlamına gelmez. Belki de artık istekleriniz bu yönde şekillenmiştir ve sizin için esas başarı budur ama bir başkası için bu, onun korktuğu bir senaryo olduğu için başarısızlık olarak adlandırılabilir. Ancak sizin hayalinizin ve hayatınızın dönüştüğü şeklin belli norm algılarından farklı olması bunu daha az değerli kılmaz. Tıpkı filmde kardeşlerden Meg’in Jo’yla olan diyaloğundaki “Benim hayallerim seninkinden farklı diye daha az değerli değil.” repliği gibi. Filmi dikkatli izlerseniz her ne kadar filmde hastalıklar, ölümler, ayrılıklar, savaşlar olsa da temelde baktığınızda hangi karakter favoriniz olursa olsun ve onun hayatı ile ilgili anlattığınız zorlukların hiçbiri bunlar olmuyor. Anlatacağınız zorluklar ve hoşunuza giden ya da hoşunuza gitmeyen şeylerin bu karakterlerin başına gelen olaylarla nasıl baş ettikleri ve karakter dönüşümleri. Örneğin az önce bahsettiğimiz replik. Jo, Meg ona bu cümleyi kurduğunda dediğinin anlamını ve önemini kavrayabilmiş değildi. Çünkü ona dayatılan ve öğretilen şeyler ile farklı olması gerektiğini, onun hiçbir zaman uyum sağlamadığını hâliyle uyum sağlamasının korkunç bir fikir olacağını kanıksamıştı. Çünkü her kardeş aslında her kız gibi olmasa da hepsi birer kızdı. Günümüzde problemlerimiz her ne kadar değişse de aslında hepimiz aynı problemleri yaşıyoruz. Olaylar, kişiler, zamanlar, boyutlar değişse de kadın olmanın sürecindeki bazı sancılar bizi evrensel olarak bağlıyor. Örneğin mükemmeliyetçilik. Film boyunca Jo’yu en çok üzen ve yaralayan kendi tercihleri, kendi standartları, kendi vazgeçtikleriydi. En büyük hayali yazar olmaktı ama bu yolda ilerlerken aslında bir kadının farklı rolleri olması gibi diğer hayatlarında bazı parçalarını hayatında istediğini fark etti. Hikayenin geçtiği zamandan 100 yıl geçmiş olsa bile bu hâlâ yaşadığımız evrensel bir problem değil mi? Geçen sene başımıza gelmesinden ağlayarak korktuğumuz bir şeyin bu sene neden yaşamadığımız için bizi ağlatabilmesi gibi ya da çoğu kız çocuğunun en büyük korkusu annesine dönüşmekken en çok istediği şeyin de annesine dönüşmek olması gibi. Kadınlar hayat dolu, hayat ise tezatlıkla. Yani önemli olan buradaki dengede ayakta kalabilmek. Jo kendi hayalindeki standart hayat için hayatına birilerini ve bir şeyleri eklememeyi doğru bir tercih olarak gördü. Ta ki bunun eksikliğini hissedip kardeşlerine baktığında onlardaki küçük parçaların hayatında özendiği ve eksik gördüğü şeyler olduğunu görene kadar. Örneğin hâlâ bir yazar olabileceğini ama Meg gibi sevilip sevmenin onu hayalinden alıkoymayacağını, bazen evden uzaklaşmanın Amy gibi ona iyi gelebileceğini, hayatta ikinci şansların olduğunu ama zamanın ne zaman biteceğini bilmediğimiz için küsmelerin, kızmaların götürülerinin getirilerinden fazla olduğunu çok daha sonra öğrendi ve bunu öğrendiği noktada kaybettiği çoğu şeyin yanına bir de kardeşi eklendi ve orada büyüdüğü bir aşama daha açıldı. Annesine yaptığı konuşmada hem soft feminen bir tarafa özendiğini, daha önceden bunu kınadığı için ne kadar şeyi kaçırdığını ama hâlâ içinden bir yandan da raging feminist tarafının körelme ihtimalinin onu ne kadar yaraladığı ve üzdüğünü anlatmıştı. Jo’nun bütün film boyunca verdiği tüm çabalar ve kayıplar bu konuşmayla anlamlanıp belli bir nebzede son bulunarak yeni hâline evrilmişti. Konuşmanın ana içeriği ise tamamen kendi potansiyeli ve bu potansiyelin altında kalma fikri ile duyguları arasındaki git geldi. Jo’nun burada yönetmediği kaygı onu motive edene kadar sağlıklı bir boyuta gelemedi. Aslında hepimiz hayatta bu şekilde kaygılar yaşıyoruz. Bu yüzden kaygının bizi motive eden sağlıklı yanı hayatta kalmamızı sağlayan bir içgüdü iken hiç hissedilmeyen veya aşırı hissedilen kaygı zarar verici boyutta olabiliyor. Aynı şekilde algılarımız ve standartlarımız da. Jo’nun film boyunca sahip olduğu bazı idealist fikirler yeri geldiğinde mükemmeliyetçilik sınırını aşarak potansiyeli hakkında çok fazla olaya neden oldu. Örneğin annesine yaptığı konuşmada “Kadınların akılları ve ruhları var, ayrıca kalpleri de var ve hırsları var, yetenekleri var, ayrıca güzellikleri var. İnsanların aşkın bir kadının tek başına uygun olduğu şey olduğunu söylemesinden bıktım. Bundan bıktım.” cümlelerini kullanmıştı. Bu noktada hâlâ ikilemde kalarak duygusal ihtiyacı ve özençleri olmasına rağmen ona dayatılan ve onun düşündüğü potansiyelin mükemmeliyetçilik algısıyla onu hâlâ geri tuttuğunu görebiliyoruz. Peki bu kadar gerçekçi olmayan veya zarar verici boyuta gelebilen mükemmeliyetçilik neden olabilir? Yani biz neden kendi potansiyelimizden veya bu potansiyeli bilmemize rağmen gerçekleştirmekten korkarız?

Daha önce hiç böyle baktın mı belki de seni korkutan şey kendi potansiyelindir ve belki de insanlara hak veriyorum yapamam ya da yapmamalıyım deme sebebin onlar kadar kendi potansiyelinden korktuğun için onlara hak vermektir. Çünkü bir kere başladığında bu potansiyelin daha altında bir performans gösterme ihtimali veya bu potansiyele ulaştığında artık ne olacağının belirsizliği; seni bu potansiyelin varlığından daha çok korkutuyor olabilir.