Psikoloji

Demlenmemiş İnsanlar

İnsan olmak, insanlığını korumak zor. Belki her çağda da zordu ama zorlayan konular itibariyle her birinde farklı bir zorluk alanı daha baskın çıkıyordu, her ne kadar insanlık tarihi boyunca yaşamlarımız ve dolayısıyla yaşadığımız zorluklar ortak temalar etrafında şekillense de. Kendi çağımıza bakacak olursak önceki yazılarımda da bahsi geçtiği üzere insanların kim olduğunu, ne yaptığını, ne yediğini, ne içtiğini, nereleri gezdiğini “gösterme”lerinin ve reklam yapmalarının ağır bastığı ortamda insan kalmanın, yaşama tutunmanın ve gelişmenin belki de birçoğumuzu zorlayan bir konu olarak ön plana çıktığı söylenebilir. Bugünkü yazımda olmak ya da olamamak, insan ve toplum olarak gelişmek ya da gelişememek ve bunlara sebebiyet veren çağımızın karakteristik özellikleri olan bilgiye erişim, hız ve reklam gibi unsurları bir benzeşim eşliğinde inceleyeceğim.

Bir bilgiyi almakla bilgiyi özümsemek arasında gözle görünür bir fark vardır. Birinde bilgiyi taşırız, diğerinde ise yeni bilgi eski bilgilerle bir bağ kurar, özümsenir ve yeni fikirlere zemin hazırlar. Bu fikir üretim süreci de insanlığı ileri taşıyan mühim bir konudur. Bilginin çok olup veriye hızlı bir şekilde erişilmesi, günlük hayatta aniden ve yoğun olarak bilgiyle karşılaşılması, bilginin çabuk ve tek bir hedef odaklı kullanılması (örneğin belli bir ödev ya da iş için bir göz atılıp kullanılması) gibi sebepler, bilgi işleme sürecinin sekteye uğramasına ve dolayısıyla daha özgün fikirlerin vuku bulamamasına sebebiyet verebiliyor. Mesleki olmak üzere genel olarak insani ve toplumsal gelişimimiz de çok benzer bir süreç gösteriyor sanki. Birçoğumuz, farklı ülkeleri geziyor, lise/üniversite okuyor, belli kitap ve filmleri bize söylendiği için tüketiyor, birçok eğitim ve sertifika alıyor ve donanımlı bir insan olduğumuz iddiasıyla sahneye çıkıyoruz ama bir şeylerin eksik olduğunu ve birbiriyle bağdaşmadığını kimi zaman kendimiz için kimi zamansa çevremizdeki insanlarda seziyoruz. Sırf “Bende şu özellik/eğitim/sertifika/yetenek var.” demek için birçok şeye sahip olmuş ama kendinde tüm bunları bir yerlere oturtamamış gibi hissediyoruz. Tam da burada zihnimde bir analoji/benzeşim canlanıyor: çayın demlenmesi hadisesi.

Siyah çayı ya da bitki ve meyve çaylarını tüketebilmek ve bu çaylardan fayda sağlamak için gerekli olan süreci düşünelim. Demliğe çay yapraklarını, kurutulmuş diğer bitkileri ya da meyveleri dilediğimiz gibi koyarız. Bazen dilediğimiz gibi karanfil ya da tarçın da ekleriz. Fakat bu hâliyle çayımız hazır mıdır? Sırf demliğin içine gerekli malzemeleri koyduk diye çayı yapmış olur muyuz? Elbette hayır. Tüm bu malzemelerin birbirine entegre olması için kaynar su ve bir miktar zaman gereklidir. Bireysel ve toplumsal olgunlaşma sürecimiz için de aynı şey geçerlidir. Birçok kazanım, eğitim, yetenek elde edebiliriz, gezip dolaşıp farklı kültürleri de tanıyabiliriz fakat tüm bunları kendi özümüzle ve hedeflerimizle, yani kaynar suyla buluşturmadıktan, birbirlerine güzelce temas etmesini ve anlamlı bir bütünlük oluşturmasını sağlayacak süreci ve zamanı sağlamadıktan sonra demliğimize bunları eklemenin bir faydası var mıdır? Bu yüzdendir ki demliğini doldurmuş ama çay olarak kendini sunamayan, buna rağmen çay olduğu iddiasıyla dolaşan birçok insanı görüyoruz. Çağımız da bizden o kadar hızlı olmamızı bekliyor ki demlenecek zamanı bulamıyoruz, yani “demlenmemiş insanlar” olarak hayatlarımızı sürdürüyoruz.

Toplumsal gelişim bireylerde başlar kabulüyle yola çıkarsak demlenmeyen bilgilerimiz ve bizler, her türlü zihni ve maddi üretim ve gelişim konusunda verimsizliğe sebebiyet veriyoruz. Bu sebeple bir durup düşünelim, sırf olması gerektiği için ya da öyle iddia edildiği için demliğimize eklediğimiz anlam ifade eden ya da etmeyen, bütünlüğe katkı sağlayan ya da sağlamayan neler var? Demlenebiliyor muyuz? Demlenmek için kendimize zaman veriyor muyuz? Yoksa henüz su bile koymadan “olduğumuzu” mu iddia ediyoruz?

Günümüz şartlarında kendini gösterme ve reklam yapmak bu kadar normalleştirildiği için en zengin yapraklı ve bol malzemeli en iyi çayı en hızlı şekilde olmak ve sunmak zorundayız gibi geliyor. Dikkat! Bağlanma Hatası: Networking başlıklı yazımda da ifade ettiğim üzere: “Günden güne, daha üniversitenin ilk yıllarında olan gençlerin bile neredeyse uğraşının kendi işini öğrenmekten önce kendini belli bir alanda görünür kılmak, işi yapmadan reklam yapmaya başlamak, birileriyle birlikte oturup kalkmak, onları takip etmek, onlarla bağlantı kurmak hâline geldiğini görmek mümkün.” Normalimizin gösterme ve reklam olduğu bu noktada da insan olmak, insan kalmak ve gelişmek bizi zorlayabilir. Zira ilkelerimizin bağdaşmadığı ya da normal olmayan şeylere süreçte mecbur kalabiliyoruz: istemediğimiz ortamlarda istemediğimiz (hayat ilkeleri ve yaşayış biçimleri bize zarar verecek derecede farklı) kişilerle bir arada bulunmak, her şeyi paylaşma ihtiyacı hissetmek ve buna ciddi vakit ayırmak, işimize yarayıp yaramayacağını bilmediğimiz birçok şeye üye olmak ya da birçok şeyin eğitimini almak, kendimize, dönüp bunları tekrar özümsemek adına gözden geçirememek, sevdiklerimize ve hobilerimize vakit ayıramamak, hatta kimi durumda sağlığımızı tehlikeye atmak; öğünleri atlamak, hastane randevularını ertelemek gibi.

Sonuç olarak gerçekten “olmak” ve “gelişmek” için demlenmeye ihtiyacımız var. Tüm bu hengâmeye, hıza ve beklentiye rağmen demliğin içine kendi özünüz ve ilkeleriniz olan kaynar suyu ekleyip biraz zaman vermeyi ihmal etmeyin. Hepimize afiyet olsun.

Daha Fazla Göster

Benzer Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu