SİYASETİN PSİKOLOJİSİ – 2
Politik Psikolojinin Tarihsel Gelişimi
Siyaset, bizler her zaman farkında olmasak da toplumun temel taşlarından birisidir. Bu bağlamda, siyasetin insanla sürekli ve karşılıklı bir döngü içerisinde olduğu görülür. Dolayısıyla, siyaset bireyi ve toplumu şekillendirirken; birey ve toplum da siyaseti şekillendirir. Başka bir deyişle, psikoloji ve politika birbirine bağlı ve bağımlıdır.
Bunu fark eden ilk isimlerden biri olan Gustave Le Bon, bireylerin kalabalıklar içerisinde duygusallığa, yani daha irrasyonel tepkilere; grup düşüncesine ve lider figürlere daha çok itaat etmeye meyilli olduğunu öne sürmüştür. Le Bon tam olarak “politik psikoloji” terimini kullanmamış olsa da, siyaset, sosyoloji ve psikolojiyi ortak bir noktada buluşturan,
disiplinlerarası bir kitle teorisi öne sürmüştür, diyebiliriz. Alanın erken eserlerinden biri “Totem ve Tabu”, Sigmund Freud tarafından kaleme alınmıştır. Freud da Le Bon gibi “politik psikoloji” terimini kullanmamış, fakat insan topluluklarının oluşumunu, totemlerin ve tabuların neden ortaya çıktığını psikanalitik bir yaklaşımla incelemiştir. Bu eserde insanların dürtülerinin, toplum normlarının, özellikle tabu ve totem kavramlarının birbiriyle ilişkilerini inceleyerek, aslında siyasi davranışların kökenlerinin anlaşılmasına öncülük etmiştir. Öyleyse, “politik psikoloji” diye adlandırılmasa da ilgili çalışmaların, tanımın yapılmasından epey öncesine dayandığını söyleyebiliriz. Buraya kadar politik psikolojinin temelleri hakkında konuşmuş olsak da, terimin literatüre kazanımı daha ilerleyen yıllarda gerçekleşmiştir. Terim, ilk defa Marksist ve Freudyen görüşlerin harmanlanmasıyla Frankfurt Sosyal Araştırmalar Enstitüsü araştırmacıları tarafından kullanılmış ve alandaki çalışmalara daha belirgin bir kimlik kazandırmıştır. Burada şunu not etmekte fayda var: Sosyal bilimlerin keskinlikten uzaklığından politik psikoloji de payını almıştır. Literatürde, henüz yeni diyebileceğimiz bu alanla ilgili birçok tanım bulunmaktadır. Kimilerine göre politik psikoloji, siyasi davranışların altında yatan zihinsel süreçlerin araştırması olarak tanımlanabilir. Kimileri ise tanımı, aynı zamanda büyük topluluklar, uluslar, ulusların liderleri ve liderler arası ilişkileri de kapsayacak şekilde yapmaktadır. Bir başkasına göre ise sosyal bilimlerin ve siyaset bilimlerinin kesiştiği bir nokta olarak adlandırılabilir. Henüz yolun başında diyebileceğimiz politik psikoloji ile ilgili ünlü psikiyatrist ve nöropsikolog Nevzat Tarhan’la hemfikir olabiliriz: Tek bir “politik psikoloji” yoktur, farklı psikolojik yaklaşımların kullanıldığı birkaç “politik psikoloji” mevcuttur.
1900’lü yılların ortasında ise, alan daha da ilgi çekici bir hale gelmiştir. Sosyal psikoloji gibi onun alt dalı olan siyaset psikolojisi, ‘’Nazi Almanyası’’ döneminde altın çağını yaşamış ve şekillenmiştir.
Alanın en önemli çalışmaları da bu dönem yaşanan olayların etkisi altında şekillenmiştir. Dönemin psikologları siyaset, toplum ve birey arasındaki mühim ilişkiyi görmüş ve psikoloji tarihinin en popüler deneylerinden bazıları bu dönemlerde yapılmıştır. Dönemine göre rasyonel olarak kabul edilebilenecek Almanya’da, sıradan insanların ırkçılık gibi ideolojileri kabul edebilmiş ve soykırımı destekleyebilmiş olması, ilgisini çeken Solomon Asch “Çizgi Deneyi”ni tasarlamıştı. Asch, katılımcılara önce bir çizgi uzunluğu göstermiş ve sonrasında gösterilen farklı çizgilerin uzunluğuyla eşleştirilmesini istemişti. Burada gerçek katılımcıların bilmediği bir durum vardı: Odadaki tek gerçek katılımcı kendileriydi. Sahte katılımcılardan ortak bir yanlış cevap vermesi istenmiş ve bunun gerçek katılımcıların kararlarını etkileyip etkilemeyeceği gözlenmişti. Sonuç ise Le Bon’un biraz önce bahsedilen kitleler teorisiyle oldukça uyumluydu: Le Bon’un tanımıyla, kalabalıklar içerisindeki birey rasyonel düşünceden uzaklaşmış, gruba itaat etmiş ve yanlış cevaplar vermişti.
İnsanlığın bu karanlık çağı Zimbardo’nun da ilgisini çekmiş olacak ki, insanların toplumsal normlara ve otorite figürlerine ne kadar çabuk uyum sağlayacağını test etmek amacıyla, psikoloji tarihinin etik açıdan en tartışmalı deneylerinden birini tasarlamıştı: Stanford Hapishane Deneyi. Stranford Üniversitesi’nin alt katına sahte bir hapishane kuruldu ve üniversite öğrencileri arasından gönüllü katılımcılar çalışmaya dahil edilmişti. Bir grup gardiyan görevindeyken, diğer grup mahkum rolünü üstlenmişti. Üniversiteden rasgele seçilen bu katılımcıların sadece birkaç günde gösterdikleri değişim, beklenen de hızlı ve çaprıcı olmuştu. Gardiyanlar, mahkumlara psikolojik hatta yer yer fiziksel şiddet uygularken, mahkumlar şiddetli bir psikolojik stres yaşamaya başlamışlardı. Hatta açlık grevi yapan bile olmuştu! Zimbardo’nun çalışması, her ne kadar etik açıdan birçok noktada sıkıntılı olsa da, insanların grup içerisinde toplumsal normları ne kadar çabuk benimseyebileceğini ve otorite figürlerinin etkisini gösterek grup davranışları, otorite, itaat, sosyal normlar gibi konularda politik psikolojiye önemli katkılar sunmuş oldu. İlerleyen yıllarda ise alan, araştırma yelpazesini iyice genişletmiş ve dönem dönem odağını değiştirmeye devam etmişti.
Le Bon’dan Freud’a, Frankfurt Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nden Nazi Almanyası’na, Asch’ten Zimbardo’ya neresinden tutarsak tutalım, politik psikolojinin siyaset ve insana değmediği, toplumun herhangi bir bölümünden uzak, yaşamın herhangi bir noktasında etkilemediği bir an bile bulmak imkansızdır. Gerek “siyaset psikolojisi” gerek “politik psikoloji”, gerekse hiç isim vermeden konuşuyor olalım, tarihten de görülen şudur ki politik psikoloji , siyasetçilerin, devletlerin, toplumların, liderlerin ve halkın davranışlarını anlama ve açıklama konusunda büyük bir öneme sahiptir. Bu karşılıklı ilişki çözümlemesine de her geçen gün yenilerini eklemektedir ve buna kendini geliştirerek hızla devam edecektir.